Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

PSİTHOTH 37. SAYISI "PSİKOLOJİNİN KÖKENLERİ" TEMASIYLA YAYINDA!- Özden Nur KARPINAR

  PSİTHOTH 37. SAYISI "PSİKOLOJİNİN KÖKENLERİ" TEMASIYLA YAYINDA! Türkiye'nin çeşitli yerlerinde okuyan psikoloji öğrencilerinin bir platformda birleşerek yazı hayatlarına katkı sağladıkları bu sanal platform, arka planda birçok emeği barındırıyor. Ekibimiz olarak sizlere güzel bir sayı sunuyoruz. Beklenen Ekim sayımız için "PSİKOLOJİNİN KÖKENLERİ" temasıyla sizlerin karşınızdayız. Sonbaharı doya doya hissettiğimiz günlerde beraber iç huzurumuzun bolca olduğu, yenilendiğimiz ve yeni şeyler öğrendiğimiz bir dönem olsun. Hepinize keyifli  PSITHOTH'lu  okumalar diliyorum. PSİTHOTH Editörü ÖZDEN NUR KARPINAR

BAĞLANMA TEORİSİ JOHN BOWLBY VE MARY AINSWORTH- GİZEM GÖZEN

  BAĞLANMA TEORİSİ John Bowlby ve Mary Ainsworth John Bowlby   Cambridge Üniversitesi’nden 1928 yılında mezun olduktan sonra uyumsuz çocuklarla çalışan bir okulda gönüllü olarak çalışmaya başladı. Bu okulda 2 tane çocukla olan deneyimi kariyerinin rotasını oluşturdu. Çocuklardan bir tanesi hırsızlık sebebiyle eski okuldan atılan ve anne figürüne hiç sahip olmamış, ilgisiz bir ergendi. Diğeri ise, 7-8 yaşlarında hep Bowlby’nin etrafında dolaşan, hatta, ‘Bowlby’nin gölgesi’ olan bilinen bir erkek çocuktu. Aynı zamanda, Bowlby İngiliz Psikanalitik Enstitüsü’nde eğitim almaktaydı ve burada Melanie Klein ile birlikte çalışmalar yürütmekteydi. Fakat, Bowlby’nin Klein’in fikirleri konusunda çekinceleri vardı. Bunun sebebi, Klein, çocukların duygusal problemlerinde dış dünyanın etkisinin neredeyse önemsiz olduğunu benimseyip, neredeyse tamamen bu problemleri agresif ve libidinal dürtüler arasındaki iç çatışmalardan ortaya çıkan fantezilere dayandırmaktaydı. Bowlby’nin denetiminde olan 3 yaşınd

DÜNYAYI DAHA MUTLU BİR YER HALİNE GETİRMEK İÇİN ÇABALAYAN ADAM: MARTİN SELİGMAN

  Dünyayı daha mutlu bir yer haline getirmek için çabalayan adam: Martin Seligman Karamsarların belirleyici özelliği, kötü olayların uzun süreceğine, yaptıkları her şeyi baltalayacağına ve kendi hataları olduğuna inanma eğiliminde olmalarıdır. Bu dünyanın aynı sert darbeleriyle karşı karşıya kalan iyimserler, talihsizliği tam tersi şekilde düşünürler. Yenilginin sadece geçici bir gerileme veya meydan okuma olduğuna, sebeplerinin sadece bu durumla sınırlı olduğuna inanma eğilimindeler.” Martin Seligman, Öğrenilmiş İyimserlik, 1991. Bu söz, 20. yüzyılın en seçkin psikologları arasında seçilmiş, pozitif psikolojinin babası, motivasyonel konuşmacı ve “öğrenilmiş çaresizlik” teorisinin öncüsü olan Martin Seligman tarafından yaşamı boyunca yürütülen araştırma ve çalışmalarının püf noktasıdır. Hayatını dünya çapında iyi oluş halini arttırmaya ve “Hayatı yaşamaya değer kılan nedir?”, “İyi bir hayat yaşamak ne demektir?”, “Nasıl daha dayanıklı hale gelebiliriz?” sorularını cevaplamaya adamıştır

VAROLUŞÇU TERAPİNİN DEHASI VİCTOR E. FRANKL- A.ÖZER GÖZÜKIZIL

  Varoluşçu Terapinin Dehası Victor E. Frankl Ah! Bir kez daha beraberiz. Bu ay editörümüz bizden bir kuramcıyı seçip anlatmamızı istediğinde çok telaşlandım. Çünkü Psikoloji cenahı içerisinde hakkında bahsetmek isteyeceğim çok fazla isim vardı. Bu durum beni kopuk uçurtma gibi bir oraya bir buraya savurdu.   İşte bu savrulma esnasında zaten hayatımız boyunca hep savrulduğumuzu fark ettim. Tam da bu duruma uygun kuramı ve eserleri olan, Vicktor E. Frankl’e sığındım. Umarım sığındığım bu isim sizin için de güvenli bir liman olur. Söze kısaca varoluşçu terapi nereden gelmiştir? Nedir? diyerek başlayalım mı?   Varoluşçu terapi aslında tüm bilimlerin kaynağından yani felsefeden doğmuştur. Bu nedenle bir kuramdan çok felsefi bir tutumu daha çok andırır. Bu nedenle varoluşçu terapinin tarihçesinden bahsedeceğimiz zaman ilk olarak varoluşçu yaklaşımın kurucusu Soren Kierkegaard ve Friedrich Nietzsche, Martin Heideggar, Jean Paul Sartre gibi filozoflar ilk akla gelenlerdir.  Bu filozoflardan v

ABRAHAM HAROLD MASLOW- NİSA SIK

  ABRAHAM HAROLD MASLOW Maslow, psikoloji   biliminde yaptığı çalışmalar ile 20.yy'da damgasını vurmuş bilim insanıdır.   Malow’a göre ;Her birimizin biyolojik bir temele dayanan, bir dereceye kadar “doğal”, esas, verili ve sözcüğün dar anlamıyla değiştirilemez ya da değişmez bir içsel doğası vardır. Bu içsel doğanı bir bölümü tüm insanlarda ortakken bir bölümü bireye özgüdür  (Maslow, 2001) . Doğuştan getirdiğimiz eğilimlerimizin çoğunlukla sağlıklı ve yapıcı yönde gelişim gösterdiğinden, nezaket, cömertlik ve sevgi temelli olduğundan bahsetmektedir. Gaddarlık, sadizm, nefret vb. gibi kötü özelliklerin insan doğasının bir parçası olmadığı söyler.  (Maslow, 2001) . Geçen yıllarda, Türkiye’de ve dünyada çok popüler olan bir bilgi yarışmasında Maslow denilince aklımıza ilk gelen olguyu sordular. Yani “İhtiyaçlar Hiyerarşisini”. Maslow insan gereksinimlerinin tümünü listelemek yerine beş ana kategoride toplamıştır. Bu ihtiyaçları önem sırasına koyarak İhtiyaçlar hiyerarşisi piramidini

SEVGİ ÖZGÜRLÜĞÜN ÇOCUĞUDUR- MİRAY TAVLI

  SEVGİ ÖZGÜRLÜĞÜN ÇOCUĞUDUR 𝑙 ' 𝑎𝑚𝑜𝑢𝑟 𝑒𝑠𝑡 𝑙 ' 𝑒𝑛𝑓𝑎𝑛𝑡 𝑑𝑒 𝑙𝑎 𝑙𝑖𝑏𝑒𝑟𝑡 ,  ‘Sevgi özgürlüğün çocuğudur' O, hiçbir zaman zorbalığın çocuğu olmamıştır. Hümanist psikanalizin temellerini atan aynı zamanda 20. Yüzyılın popüler isimlerinden biri olan Erich Fromm, Alman sosyal psikolog ve psikanalistiydi. Yaşadığı dönem boyunca birçok siyasi gelişmeye tanıklık etmiş ve bütün bu olanlarda yaşama dair olan görüşlerini ciddi anlamda etkilemiştir. Küçük yaşlarda okuduğu Karl Marx ve Sigmund Freud aracılığıyla psikolojiye olan ilgisi daha da artmıştır. İlerleyen zamanlarda Fromm, Oedipus kompleksi, yaşam ve ölüm içgüdüleri ve libido teorisi de dahil olmak üzere Freud’un fikirlerinin birçoğunu eleştirir duruma geldi. Yapmış olduğu çalışmaları anlatırken kendini “Bir insanın hayatını ve toplumun yasalarını, yani insanların sosyal varlıklarını yöneten yasaları anlamak istedim. Freud’un kavramlarındaki kalıcı gerçeği, revizyona ihtiyaç duyan varsayımlara karşı

CARL GUSTAV JUNG'UN YAŞAM ÖYKÜSÜ- HÜSEYİN GÜZEY

  Carl Gustav Jung’un Yaşam Öyküsü Carl Gustav Jung, İsviçre Reformist Kilisesine bağlı bir papazın ve ilahiyatçı bir babaya sahip olan bir annenin oğlu olarak 1875 yılının temmuzunda İsviçre’nin Thurgau kantonuna bağlı Kesswil bölgesinde dünyaya geldi. 8 tane papaz amcaya ve spiritüalizmle ilgilenen anne tarafından akrabalara sahip olan Jung, çocukluğunu dinî ve mistik bir ortamda geçirdi. Adını dedesinden alan Jung’un -söylentilere göre- büyük dedelerinden birisi de meşhur Alman şair Goethe’ydi. Çocukluk yıllarını “yalnız, yalıtılmış ve mutsuz” sıfatlarıyla niteleyen Jung, evdeki tek çocuk olma statüsünün de etkisiyle içe dönük, kısmen merdümgiriz, hissiyatını çevresiyle paylaşmayan bir karakter yapısına sahipti. Bu karakter yapısının olumlu etkilerinden birisi, psikiyatri uzmanlığına katkıda bulunan derin gözlem yeteneği ve uzun zaman aralığında sürdürebildiği dikkat meziyetiydi. Çocukluk günlerini; gördüğü düşlerin ve doğaüstü düşlemlerinin anlamlarını sorgulayan, yalnızlığının bir