Ana içeriğe atla

VAROLUŞÇU TERAPİNİN DEHASI VİCTOR E. FRANKL- A.ÖZER GÖZÜKIZIL

 

Varoluşçu Terapinin Dehası Victor E. Frankl


Ah! Bir kez daha beraberiz. Bu ay editörümüz bizden bir kuramcıyı seçip anlatmamızı istediğinde çok telaşlandım. Çünkü Psikoloji cenahı içerisinde hakkında bahsetmek isteyeceğim çok fazla isim vardı. Bu durum beni kopuk uçurtma gibi bir oraya bir buraya savurdu. 
İşte bu savrulma esnasında zaten hayatımız boyunca hep savrulduğumuzu fark ettim. Tam da bu duruma uygun kuramı ve eserleri olan, Vicktor E. Frankl’e sığındım. Umarım sığındığım bu isim sizin için de güvenli bir liman olur.

Söze kısaca varoluşçu terapi nereden gelmiştir? Nedir? diyerek başlayalım mı?
 Varoluşçu terapi aslında tüm bilimlerin kaynağından yani felsefeden doğmuştur. Bu nedenle bir kuramdan çok felsefi bir tutumu daha çok andırır. Bu nedenle varoluşçu terapinin tarihçesinden bahsedeceğimiz zaman ilk olarak varoluşçu yaklaşımın kurucusu Soren Kierkegaard ve Friedrich Nietzsche, Martin Heideggar, Jean Paul Sartre gibi filozoflar ilk akla gelenlerdir. 

Bu filozoflardan ve kendi yaşam öykülerinden etkilenerek bir çok kuramcı (Eric Fromm, Irvin D. Yalom, Rollo May, Carl Rogers, Victor Emil Frankl gibi) varoluşçuterapi ekolüne eserler ve farklı yaklaşımlar kazandırmıştır. Bu yaklaşımları Avrupa Ekolü ve Amerika Ekolü olarak iki temel gruba ayırmak mümkündür. 

Bu bağlamda tahmin edeceğiniz üzere bir çok farklı görüş ortaya çıkmıştır. Yine de biz varoluşçu terapi yönteminin, kişinin kendi yaradılış serüveni içerisinde tüm dizginleri eline alması gereğini öğütleyen, kader kavramının kendi varlığının bir yansıması olduğunu ve yaşadığı olayların kurbanı olmadığının farkına vararak, kendisi hakkında farklı yaşam yolları ve amaçları düşünmeyi önceleyen bir ekol olduğunu söyleyebiliriz.  

Victor E. Frankl  1905 yılında Viyanalı yahudi bir ailenin ikinci evladı olarak dünyaya geldi. Frankl’in küçük yaşlarda yaşadıklarının ve babasının etkisiyle ölüm ve varoluş hakkında düşünmeye başlamış ve tıp ve felsefeyle ilgilenmeye itmiştir. İlgisi zaman içerisinde artmış ve bilimsel eğitim almamış olmasına rağmen bu konular ile alakalı konferanslar vermiş, makaleler üzerine çalışmış hatta Freud ile mektuplaşmaya başlamıştır.

1930 yılında tıp fakültesinden mezun olur ve daha sonra nöroloji, psikiyatri alanlarında uzmanlaşır. 1937 yılına dek  Viyana Üniversitesi’ne bağlı olan psikoloji kliniğinde uzman olarak çalışır. Tam kendine ait özel bir klinik açacağı sırada hayatını kökünden değiştirecek olan olaylar silsilesi başlayacaktır. 

1939 senesinde patlak veren İkinci Dünya Savaşı  ve Nazilerin Avusturya’yı işgali ile birkaç sene içerisinde tüm çalışmaları, hastaları ve ailesi bir karmaşaya sürüklenir. O dönem yaşayan çoğu bilim insanı gibi Amerika Birleşik Devletleri’ne başvuruda bulunur ve kabul alır. Fakat ailesine ve içerisinde yaşadığı topluma sırt çeviremeyen Frankl, sıradışı bir seçim ile doğduğu topraklarda kalmayı seçer. Ardından içinde bulunduğu şartlar daha da kötüleşir ve hamile eşinin taşıdığı bebek, o dönemde yahudilerin çocuk sahibi olmasının yasaklanması gerekçesi ile naziler tarafından daha dünayayla tanışamadan can vermiştir. Takip eden senelerde Viyana’da yaşamını sürdüren birçok yahudi gibi tüm ailesi ve kendisi de naziler tarafından tutuklanır ve 1945 yılına kadar tutulacağı toplama kamplarına götürülür.


Peki bu dört sene içerisinde neler oldu?

Ümitsizlik, her gün her saat ölüm tehlikesi, açlık, aşağılanma ve intihar düşünceleri.
Bu şartlar altında insan nasıl hayatta kalabilir ki? İnsan her şeye alışabilir mi? Beni hayatta tutan şey ne? İşte Frankl bir süre sonra bu sorular üzerine düşünür ve cevap bulmak için çevresini gözlemler. Bu gözlemler sonucunda hayattan alacağı bir şeyin kaldığını düşünmeyenlerin, hayatta bir amacı, dayanak noktası olanlardan daha önce öldüklerini fark eder.  Frankl daha önceden nazi subayları tarafından imha edilen kitabını yeniden yazmayı amaç edinir, eşini yeniden görebilme ihitmalini de dayanak noktası olarak belirler. Bu sayede hayatta kalmayı başarır ve 1945 senesinde Amerikan ordusu sayesinde toplama kampından kurtulur. Fakat kurtuluş Frankl’in istediği gibi bitmez, çünkü kamplarda geçirdiği dört sene içerisinde babası açlıktan, annesi gaz odasında ve eşi kamplardan kurtulan tutsakların kaçarken oluşturduğu izdihamda hayatını kaybetmiştir. Frankl’ın elinde nazilerin Viyana’ya girişinden sonra Meksika’ya kaçan kız kardeşi, kampta yazmış olduğu kitabı ve hayatta kalmanın anlamı üzerine düşünmüş olduğu yılları kalmıştı. 


Yeni Bir Hayat.

Frankl bu kayıpların gölgesinde ilk kitabını (Ölüm Kampından Varoluşçuluğa) basıma verdi ve yine toplama kampı yaşamını ve gözlemlerini paylaşma isteği devam etti. Bunun üzerine sekreterlerini çağırıp başından geçen her şeyi anlattı ve not almalarını istedi. 1946 yılında bu notları derledi ve şuan neredeyse dünya üzerindeki tüm dillere çevrilen “İnsanın Anlam Arayışı” isimli kitabını çıkardı. Frankl erken yaşta düşünmeye başlamış olduğu anlam kavramının üzerine toplama kamplarında yaşamış olduğu zor yaşam olaylarından çıkardığı sonuçları ekleyerek şuan hala kullanılan ve Freud ve Adler’den sonra Üçüncü Viyana Okulu olarak anılan Logoterapi’nin temellerini bu kitapla atmıştır. 
Frankl 1947 yılında ikinci kez evlenir. Elli yıl süren bu evlilikte bir kız evlat ve üç torun sahibi olur.1946 yılında 1937 yılında uzaman olarak çalıştığı Viyana Nöroloji Polikliniği’nin başı olarak göreve başladı ve 1970 senesine kadar bu görevini sürdürür.
Yayınladığı kitaplar birkaç gün ve birkaç ay gibi oldukça kısa sürelerde yeni baskılar yapıyor, neredeyse dünyadaki tüm dillere çevriliyor , logoterapi ve Frankl ismi gün geçtikçe daha ünleniyordu. 

Frankl dünyanın en iyi üniversiteleri başta olmak üzere  bir çok üniversitede ders ve konferans verdi. 1997 yılında çeşitli kalp hastalıkları nedeni ile tedaviye başladı fakat tedaviler beklenen sonuçları göstermedi ve 2 Ekim 1997 yılında vefat etti. 

Logoterapi Nedir? 

Logoterapi, Selçuk Budak’ın Psikoloji Sözlüğü’ne göre,  

"Victor E. Frankl’in geliştirdiği anlam merkezli, varoluşçu yönelimli bir psikoterapi yaklaşımıdır. Frankl’a göre insandaki temel güdüleyici güç, yaşamını anlamlı kılma veya bir anlam bulma çabasıdır.  Bu çabası başarısızlıkla sonuçlanan kişide varoluşsal boşluk ortaya çıkar ve kişi kendini, yaşamını yalnız, anlamsız ve boşuna hisseder. Dolayısıyla psikoterapinin amacı kişinin kendine özgü bir amaç yaşamasını sağlayacak, bu varoluşsal boşluğu dolduracak bir anlam bulmasıdır. Psikodinamik, davranışçı ve varoluşçu yaklaşımların bir karışımıdır.”   

APA- Dictionary of Psychology ve benim çeviri gücüme göre, 

Logoterapi “Danışanın“insan çıkmazı”(Logoterapi’de bir terim),hakkında yaşanan anlam krizinin üstesinden gelmesine yardım etmeye odaklanan psikoterapi yaklaşımıdır. Terapötik süreç tipik olarak üç tür değerin incelenmesinden oluşur 

  •        Yaratıcı, örneğin iş, başarı
  •         Deneyimsel, örneğin  sanat, bilim, felsefe, anlayış, sevgi
  •          Tutum örneğin, acı ve ıstırapla yüzleşmek
Her bir danışan, sosyal sorumluklarını ve yapıcı illişkilerini kapsayan kendi çözümüne ulaşmak için teşvik edilir.” 

Bir de ben denemek isterim, 
Hayat problemler ve ölüm düşünceleri ile dolu bir zaman durumu ve bu durumun içerisinde biz her nasıl oluyorsa hep kötü hissetmeye itiliyoruz. İşte Logoterapi bu ölüm, yalnızlık ve ümitsizlik dolu keşmekeşi en başından kabul ediyor ve yaşam savaşını sürdürmek için kendi çözümlerimizi bularak nihai anlama ulaşmamızı öğütlüyor. 
Not: Bazı kişisel sebepler ile bu ayki yazıyı istediğim şekilde yazamadım, mutlaka eksik kalan yerler vardır. Affola. 
“İncinmişler, daha gelişmiş olanlardır.”

Psk.A.Özer Gözükızıl

Kaynaklar

  • Budak,S. (2017).”Psikoloji Sözlüğü” (5.Baskı). Ankara: Kuban Yayıncılık.
  • VandenBos, G.R.” APA Dictionary of Psychology” (2.Baskı) Washington,DC: American Psychological Association.
  • Frankl E.V.(2018).”İnsanın Anlam Arayışı”(43.Baskı). İstanbul: Okyanus Yayıncılık.
  • Murdockl L.N.(2019).”Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları (olgu sunumu yaklaşımları)”(2.Baskı).(F. Akkoyun, Çev.). Ankara: Nobel Yayıncılık.

Yorumlar

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle