Ana içeriğe atla

CARL GUSTAV JUNG'UN YAŞAM ÖYKÜSÜ- HÜSEYİN GÜZEY

 

Carl Gustav Jung’un Yaşam Öyküsü



Carl Gustav Jung, İsviçre Reformist Kilisesine bağlı bir papazın ve ilahiyatçı bir babaya sahip olan bir annenin oğlu olarak 1875 yılının temmuzunda İsviçre’nin Thurgau kantonuna bağlı Kesswil bölgesinde dünyaya geldi. 8 tane papaz amcaya ve spiritüalizmle ilgilenen anne tarafından akrabalara sahip olan Jung, çocukluğunu dinî ve mistik bir ortamda geçirdi. Adını dedesinden alan Jung’un -söylentilere göre- büyük dedelerinden birisi de meşhur Alman şair Goethe’ydi.

Çocukluk yıllarını “yalnız, yalıtılmış ve mutsuz” sıfatlarıyla niteleyen Jung, evdeki tek çocuk olma statüsünün de etkisiyle içe dönük, kısmen merdümgiriz, hissiyatını çevresiyle paylaşmayan bir karakter yapısına sahipti. Bu karakter yapısının olumlu etkilerinden birisi, psikiyatri uzmanlığına katkıda bulunan derin gözlem yeteneği ve uzun zaman aralığında sürdürebildiği dikkat meziyetiydi. Çocukluk günlerini; gördüğü düşlerin ve doğaüstü düşlemlerinin anlamlarını sorgulayan, yalnızlığının bir sonucu olarak oyduğu ahşap figürlerle sohbet eden, saatlerce çevresindeki yetişkinleri çözümlemekle uğraşan bir yapıda geçirmiştir. 6 yaşından itibaren Latinceyi öğrenmeye başlayan Jung, modern Avrupa dillerinin yanı sıra antik dilleri dahi okuyabilirdi. Bu dil yetisi onda dil ve edebiyata yönelik bir eğilim oluşturmuştu.

Jung’un ailevi yapısı oldukça karmaşıktı. Reformist bir kilisede papazlık yapan ancak dinî inancına dair kuvvetli şüpheleri ve zihin karmaşıklığı bulunan huysuz ve melankolik bir babaya; gerçekçi, yufka yürekli ve mutlu bir ev kadını profili ile dengesiz, gizemli ve ezoterik bir büyücü profili arasında dönüşümleşen bir anneye sahipti. Nitekim, Ellenberger (1978)’e göre ailenin anne tarafına delilik bulaşmış gözüküyordu! Jung’un çocukluğunun erken dönemlerinde annesinin aylarca bir akıl hastanesinde rehabilite edilmesi ve annesinin karakteristik yapısı; Jung’un zihnindeki erkek profilinin güvenilir, kadın profilinin ise güvenilmez nitelikte olmasına yol açmıştı.

Üniversite eğitimini tercih etme sırasında bir gece vakti rüyasında arkeolojik unsurlara dair derin düşler görmesi, onu öncelikle Arkeoloji bölümüne yönlendirse de daha sonrasında tıp eğitimi almakta karar kıldı ve Basel Üniversitesinde öğrenim gördü. Basel Üniversitesinde gördüğü öğrenim süresince psikiyatri alanına ilgi duyan Jung, kariyerini bu alanda ilerletmeye karar verdi. 1900 yılında Basel Üniversitesinden mezun olduktan sonra -şizofreninin de isim babası olan- Eugen Bleuler’in asistanlığını üstlenmek üzere, ilk görev yeri olarak Zürih’teki bir akıl hastanesine atandı. Burada gözlemlediği hastalara uyguladığı sözcük testine dayanarak “kompleks” kavramını geliştirdi. Bu hastanede görevini yürütmesinin yanı sıra Zürih Üniversitesinde “okült fenomenler (gizli görüngüler)” ile ilgili tezini tamamlayarak doktorasını yaptı ve bu üniversitede kısa bir süre eğitmenlik görevini üstlendi. 1903 yılında Emma Rauschenbach ile evlendi.

Çocukluk döneminden itibaren gördüğü rüyaları bilinç dışı unsurlara dayanarak yorumlayan bir karakter yapısına sahip olması, onu ileri yaşantısında bu alanda ilerlemeye teşvik etti. Paris’te bilinç dışı ve hipnoz üzerine çalışmalar yürüten Pierre Janet ile tanışan Jung, Janet ile 6 ay çalıştı. Daha sonra ise Freud ile tanıştı.



Ezelî Dost ve Ebedî Düşmanlar: Jung ve Freud’un İlişki Düzlemi
 “Rüyaların Yorumu” adlı kitabın -her ne kadar ilk okuyuşta etkilenmese de ikinci okuyuşun teşvikiyle- kendisinde bıraktığı derin etkiler sonucunda Jung, 1906 yılında Freud ile düzenli bir şekilde mektuplaşmaya başlamıştır. Bu ikilinin ilk buluşması, 1907 yılında Viyana’da gerçekleşmiştir ve tam tamına 13 saat sürmüştür. 1907 yılından itibaren 5 yıl boyunca birlikte çalışan Freud ve Jung’un arasındaki ilk soğuk yel 1909 yılında bir Amerika gezisi sırasında eser. Freud’un “kraliyetimin prensi ve halefi” şeklinde betimlediği Jung’un, 1911 yılından itibaren başkanlığını üstlendiği Uluslararası Psikanalitik Derneğinden istifa etmesiyle bu ikili arasındaki ilişki darmadağın olmuştur.

            İkilinin yürüttüğü ilişkide baştan itibaren kişisel ve düşünsel ayrılıklar göze çarpmaktadır. Jung’un 18 yaşındayken “bir baba figürü” olarak addettiği bir yakınından cinsel istismara maruz kalması ve Freud’un onu, psikanalitik kuramının sürdürülmesinde bir misyoner pozisyonunda görmesi Jung’un Freud klasmanında birisine güvenmesini engellemiştir. Jung’un libidoya yönelik farklı bir tanım getirmesi ve cinselliğe daha az bir değer atfetmesi, terapide danışana yönelik yaklaşımı -ve hatta danışanın kanepede uzanma biçimi-, bilinç dışına “kolektif” bir anlayış da kazandırması bu ikilinin düşünsel bazda ayrıldığı noktalardır.

Jung’un Gizli Yönleri ve Ölümü
 Dinî inancı bakımından karmaşık bir profil sergilemektedir. Çocukluğundan itibaren güvenini kaybettiği klasik Hristiyanlığa karşı kısmi Protestan Hristiyanlık kimliğini benimseyen Jung, dışarıdan aktarılan Tanrı anlayışına karşı kendi iç tanrısına yönelmiştir.

Tahta oymacılığı, taş kesmeciliği, tekne gezintisi gibi hobilerinin yanı sıra simya, arkeoloji, dil bilimi, mitoloji gibi bilim dallarına aşinadır. Ana dili olan Almancanın yanı sıra Latince, İngilizce, Fransızca ve Yunancayı iyi derecede öğrenmiş ve bu dillerde okumalar gerçekleştirmiştir.

1903 yılında evlenen Jung’un bu evlilik süresince farklı dış ilişkileri de olmuştur. Bunlardan birisi eski bir hastası da olan Toni Wolff’tür. Bir diğer dış ilişkisi de yine eski bir hastası olan Sabina Spielrein’dir.

1913-1917 yılları arasında şiddetli bir iç çatışmaya ve ruhsal bir bunalıma maruz kalan Jung, işlevsel ölçüde büyük zarar görmüştür. Hiçbir zihinsel çalışma yürütemez ve hiçbir kitabı okuyamaz hâle gelmiştir. Gitgide delirdiğini düşünen Jung, intihara yeltenmeye kadar giden bu derin ve ağrılı süreci bilinç dışı ile yüzleşerek atlatmıştır. Bu dönemin olumlu etkilerinden birisi “Yaratıcı Hastalık Dönemi” olmasıdır.

Ardında; özenle kaleme alınmış psikolojiye yönelik eserler, “kolektif bilinç dışı” adında bir kısım da taşıyan yeni bir görüşün ürünü analitik psikoloji kuramı ve binlerce hatıra bırakarak 6 Temmuz 1961’de 86 yaşında hayata gözlerini yummuştur.

Hüseyin Güzey

KAYNAKLAR

Biyografi.info. (t.y.). Carl Jung Biyografisi.
Dusge. (2021, Mayıs 20). Carl Gustav Jung kimdir: Kitapları, sözleri ve ödülleri. 
Leblebitozu. (2017, Ekim 15). Carl Gustav Jung eserleri ve hayatı. 
Schultz, D. P. ve Schultz, S. E. (2018). Psikanaliz: Muhalifler ve psikanaliz
türevleri(Y.Aslay). S. Darcan (Ed.), Modern psikoloji tarihi (ss. 640-652). Kaknüs Yayınları. (Orijinal iş 2004’te basıldı)

Yorumlar

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik