Ana içeriğe atla

BAĞLANMA TEORİSİ JOHN BOWLBY VE MARY AINSWORTH- GİZEM GÖZEN

 

BAĞLANMA TEORİSİ
John Bowlby ve Mary Ainsworth

John Bowlby

  Cambridge Üniversitesi’nden 1928 yılında mezun olduktan sonra uyumsuz çocuklarla çalışan bir okulda gönüllü olarak çalışmaya başladı. Bu okulda 2 tane çocukla olan deneyimi kariyerinin rotasını oluşturdu. Çocuklardan bir tanesi hırsızlık sebebiyle eski okuldan atılan ve anne figürüne hiç sahip olmamış, ilgisiz bir ergendi. Diğeri ise, 7-8 yaşlarında hep Bowlby’nin etrafında dolaşan, hatta, ‘Bowlby’nin gölgesi’ olan bilinen bir erkek çocuktu.

Aynı zamanda, Bowlby İngiliz Psikanalitik Enstitüsü’nde eğitim almaktaydı ve burada Melanie Klein ile birlikte çalışmalar yürütmekteydi. Fakat, Bowlby’nin Klein’in fikirleri konusunda çekinceleri vardı. Bunun sebebi, Klein, çocukların duygusal problemlerinde dış dünyanın etkisinin neredeyse önemsiz olduğunu benimseyip, neredeyse tamamen bu problemleri agresif ve libidinal dürtüler arasındaki iç çatışmalardan ortaya çıkan fantezilere dayandırmaktaydı. Bowlby’nin denetiminde olan 3 yaşındaki bir çocuğun annesiyle olan iletişimini yasaklaması Bowlby’nin bağımsız olarak çalışmasına zemin hazırlamıştı. Çünkü Bowlby’ye göre aile deneyimleri duygusal problemlerin temel sebebi olmasa bile ailenin bu problemlerde önemli bir etken olduğuna inanmaktaydı.


 Mary Ainsworth

  Eğitimini 2. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Toronto Üniversitesi’nde tamamlayan Mary Ainsworth, William Blatz’den aldığı dersler ile güvenlik teorisiyle tanışmıştı. Güvenlik teorisi, bebeklerin ve küçük çocukların alışılmadık durumlarla karşılaşmadan önce ebeveynleri ile güvenli bir bağ geliştirmelerinin önemini vurgulamaktadır.

  1950’de Londra’ya gelen Mary Aisnworth, John Bowlby’nin liderliği altında erken çocuklukta anneden ayrılmanın kişilik gelişimi üzerindeki etkisini araştıran bir araştırma ekibine dahil oldu. Bu araştırma ile birlikte Mary Ainsworth’un kariyer rotası belirlenmiş oldu.


Çocuğun Annesine Bağlılığı

  John Bowlby, çocukların önceden programlanmış davranışlar sergilediklerine ve bu tepkilerin bireyin hayatta kalması ve sağlıklı bireyler olarak gelişebilmesini teşvik ettiğini iddia etmiştir. Bebeklikten itibaren verilen bu tepkilerin arasında ağlama, emme, sarılma, gülme davranışları yer almaktadır. Örneğin, bebeğin ağlamasının bakım verenlerini harekete geçiren biyolojik olarak programlanmış bir ‘sıkıntı sinyali’ olarak görmektedir.



Ayrılık Kaygısı

Bowlby, bir durum hem kaçış hem de bağlanma davranışını aktive ettiğinde fakat bağlanma kişisi erişilebilir durumda olmadığında bebek ve çocukların ayrılık kaygısı yaşadığı görüşünü öne sürmüştür.

Bowlby’e göre, aşırı ayrılık kaygısı, ebeveynler tarafından tekrar eden terketme veya reddetme tehditleri veya çocuğun kendini sorumlu hissettiği bir ebeveyn veya kardeşin hastalığı veya ölümü gibi olumsuz aile deneyimlerine dayanır. Bowlby bazı durumlarda ayrılık kaygısının aşırı derece düşük veya yok durumlarda olabileceğini belirtir. Bu fikirler Mary Aisnworth’un yaptığı değişken, kaçınmacı ve güvenli örüntüler sınıflaması içinde daha detaylı bahsedilecektir. 


Bebeklikte ve Erken Çocuklukta Keder ve Yas

  Bowlby, çocukların ve yetişkilerin, keder ve yas tutmasının bağlılık davranışlarının olduğu halde sürekli bir bağlılık figürünün olmamasından kaynaklı olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca, eğer asıl bakım veren kişi dışında, yedek bakım verenlerde çok sık değişmekteyse, çocuğun diğerleriyle derin ilişki kurma becerisinin zedelenebileceğini iddia etmiştir.

  Bowlby, kronik hastalıklar nedeniyle hastanede yatarken annelerinden uzun süre ayrı kalan 15-30 aylık bebeklerin, ayrılığı üç farklı aşamada yaşadıklarını iddia etmiştir. 

1.    Protesto Aşaması (ayrılık kaygısıyla ilişkili): Çocuklar ağlayarak annelerinin geri dönmesini talep eder. Birkaç saatten bir haftaya kadar süren bir ayrılıktır.

2.    Çaresizlik Aşaması (keder ve yas tutmayla ilişkili): Çocuklar anneleriyle bir araya gelme umudunu yitirmek üzeredir. Çevrelerindeki insanlara ve oyuncaklara daha az tepkisizdirler. Derin bir yas içinde gibidirler.

3.    Ayrılma Aşaması (savunma mekanizmalarıyla ilişkili, bastırma): Anneyle olan ilişki değişmiştir. Anne ziyarete geldiğinde, çocuk, anneye karşı soğukkanlı ve tepkisizdir. Bir kez daha ayrıldığında çocuk anneyi geri kazanmaya çalışmaz.

Bowlby, dördüncü bir ayrılma aşamasının kişinin tamamen kendini insanlardan çekme olduğunu ifade etti. Bu durum, eğer bir çocuğun anneden ayrılması aşırı uzun sürerse veya annesinden ayrıyken hemşireler veya bebek bakıcıları gibi bir dizi geçici bağlanma nesnesini kaybederse ortaya çıkabilir. Her iki durumda çocuklar insan temasına daha az duyarlı hale gelir. Kendi inisiyatifleriyle insanlarla iletişim kurabilir ama daha benmerkezcidirler.




İlk Deneysel Bağlanma Araştırması: Uganda’da Bebeklik

  Şimdi ise Mary Ainsworth’ün yaptığı araştırmalara dönelim. Bu araştırma ile bağlanma teoremine katkılar sağlayan Ainsworth, anne-bebek etkileşimlerini gözlemlediği bu projede üç farklı bağlılık örüntüsü gözlemledi.

  Annesi ile güvenli bir şekilde bağlanmış olan bebekler, annesi yanından ayrıldığında az ayrıldı ve anne yanındayken güvenle etrafı keşfettiler. Güvensiz şekilde bağlanan çocuklar, annelerinin kucağında bile sık sık ağladı ve bulundukları çevreyi neredeyse hiç keşfetmedi. Bağlanmamış çocuklar, anne yanındayken veya yanından ayrıldığında ayırt edici bir davranış sergilemeyip tepkisiz kaldı.

  Mary Ainsworth, güvenli bağlanmamanın anne hassasiyetiyle çok alakalı olduğu ortaya çıktı. Bir bebeğin annesine olan bağlılığının kalitesi gördüğü ilgiye dayalı olduğunu iddia eder. Güvenli bağlanan bebeklerin anneleri, en başından itibaren çocuklarına karşı duyarlı ve tutarlı davranışlar sergiler. Güvensiz bağlanan bebeklerin anneleri, ruh haline bağlı olarak çocuklarına sevecen veya kayıtsız ve çoğu zaman da tepkisiz olan ebeveynlerdir. Bağlanmamış çocukların anneleri ise, genellikle bebeklerine karşı sabırsız, tepkilerine kayıtsız, ve bebekleri hakkında olumsuz duygular ifade etmelerinin muhtemel olduğunu ileri sürmüştür. Bu ebeveynler, çocuklarıyla olan temaslarından zevk alıyor gibi göründüklerini bulmuştur ve bu ebeveynlerin daha çok benmerkezci kişiler olduğuna inanmaktadır.

  Bağlanma Teorisi’nin iki önemli ismi olan John Bowlby ve Mary Ainsworth’ün katkıları ile günümüze kadar ulaşan bu önemli gelişmeleri sizler için bu ay yazdım. 1930’larda başlanan, 1950’lerde Bowlby’nin bağlanma teorisinin ilk planını formüle etmesiyle ve Ainsworth’ün Uganda ziyaretiyle en yaratıcı aşamasına giren bu teori, ampirik çalışmalarla bu günlere gelmiştir.

 

Bir sonraki sayıda görüşmek üzere!

 

 

KAYNAKÇA

Bretherton, I. (1992). The origins of attachment theory: John Bowlby and Mary Ainsworth. Developmental Psychology, 28(5), 759-775.

Shaffer, D. R. (2008). Social and personality development. Wadsworth Publishing.

 




Yorumlar

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik