Rush Filmi ile F1 Dünyasına Psikolojik Bir Yolculuk
Herkese merhaba, görüşmeyeli biraz uzun zaman oldu. Umarım bıraktığım gibi iyi ve umut dolusunuzdur.
Bu ayki yazımı, Avusturalyalı Formula 1 pilotu Niki Lauda ve İngiliz rakibi James Hunt arasında sonsuzluğa uzanan rekabetin anlatıldığı, 2013 yapımı Rush (Zafere Hücum) filmden esinlenerek yazdım.
Hazırsak Formula 1 (F1) sporunu biraz tanıyarak başlayalım.
F1 tüm bir yılı kapsayan ve her biri farklı ülkelerde yapılan, Grand Prix ismi ile anılan bir dizi yarış sonucu puan değerlendirmeleri ile şampiyonların belirlendiği dünyanın en, pahalı ve tehlikeli sporlarından biridir.
F1’e on takımdan, yirmi pilottan ve görünenin ardında binlerce yönetim ve teknik ekip personelinin görev aldığı, ortalama yirmi yarıştan oluşan bir adrenalin bombardımanıdır demek pek yerinde bir deyiş olacaktır.
Bu yazıda, Rush filmini merkez noktası olarak ayarlayıp, F1 pilotlarının bu mesleği icra ederken yaşadıkları, psikolojik fenomenleri içeren bir daire çizmeye çalışıyor olacağız.
Filmdeki iki ana karakter birbirlerine oldukça zıt. Bir taraf her konuyu en ufak inceliğine kadar değerlendirirken diğer taraf akışına bırakıyor.
Fakat filmden ve ufak bir araştırma sonucu öğrendiklerimden yola çıkarak size şunu söyleyebilirim. Karakteriniz nasıl olursa olsun. Formula 1 pilotu iseniz işiniz ölümü alt etmekten başka bir şey değildir. Günümüzde teknolojinin gelişmesi ile ölümü kandırmak nispeten kolaylaşmış olsa da risk hala yüksek. Filmimiz teknolojinin günümüzdeki seviyesine henüz ulaşmadığı zamanlarda 70’li yıllarda geçiyor. Bu tehlike sadece 300 km/saat gibi yüksek bir süratten kaynaklanmıyor. Bu sürate çıktığınız araç bir kafes gibi ve aslında kaskınızdan ve koruyucu kıyafetinizden başka sizi koruyacak bir ekipmanınızda yok. Hava koşullarındaki en ufak bir değişiklik hayatınızı kaybetme ihtimalinizi arttırıyor. Araca aldığınız yakıtın değerleri bile sizi geri dönüşü olmayan bir kazaya sürükleyebilir.
Film boyunca sürekli F1 pilotlarının nasıl bu kadar, cesur, disiplinli ve travmaya karşı dirençli olduklarını düşündüm.
Filmin başında da Niki Lauda’da benzer bir soru sormakta “Formula 1’de her sezon yirmi beş sürücü sezona başlar ama her yıl iki kişi hayatını kaybeder. Ne tür bir insan böyle bir iş yapar ki? Elbette normal insanlar değil. Asiler, çılgınlar, hayalperestler. Bir iz bırakmak isteyen ve bu uğurda canını feda edebilecek insanlar.”
Formula 1 seviyesindeki pilotların büyük bir çoğunluğu hayatlarının ilk yıllarından bu yana rekabeti hissederler. Çünkü bunun için yetiştirilirler ve doğaları bu işe uygundur veya bu işe uygun hale getirilir. Yıllarca süren çalışmalardan bahsediyoruz. Disiplin askeri seviyesinde, belki daha bile fazla. Saniyeler değil, saliseler değil, milisaniyeler belki nano saniyeler fark yaratmakta. Böyle düşününce bu kişiler değil de kim rekabetçi olacak öyle değil mi?
Formula 1’e yapılan teknik harcamalar bir yanda dursun ki bu servetler demek. Aslında birçok şey pilotta bitmekte pilot aracına, takımına ve en önemlisi kendine güvenmezse tüm bu hazırlık heba olacaktır. Bu denli finansal ve performans yükünün altından bir insan nasıl kalkabilir ki?
İşte filmdeki iki karakter bu yüklerin altından ezilmemiş adını F1tarihine, aralarındaki rekabet ile yazdırmış kişiler, pilotlardır.
Filmin birçok yerinde kendi kendime birçok kez sorular sormaya devam ettim.
Özellikle James Hunt’ın yarışlara, zihninde canlandırma (vitalization)tekniğini kullanarak hazırlandığı sahnelerde.
Yapacağınız aktiviteyi günler saatler önce zihninizde gerçekleştirmek. O aktiviteyi yapma şeklinizi mükemmel kılabilir. Bu birçok spor alanında kullanılmaktadır. Jimnastikte hareketi kusursuza yaklaştırmak, kas gelişimini arttırmak veya sağlamak için kullanılabilir. Hatta sporcunun kritik bir karar anında keskin ve doğru kararlar verebilmesi için olay örüntüleri şeklinde de yapılabilmektedir.
Formula1 Pilotları için aslında bu çok şaşılası bir durum değil. Çünkü her pilot, bırakın yarışacağı pistin haritasını aslında hangi virajı hangi hızda, kaç saniyede dönmesi gerektiğini ezbere bilir.
F1 aracı sürmek sadece direksiyon çevirmek değildir. Pilotlar birçok şeyi aynı anda yapmak durumundadır. Yakıt dengesini ayarlamak, sürekli telsiz ile irtibat kurmak ve rakiplerini analiz etmek. İşte bu profesyonellik zihinde canlandırma ve yıllarca süren antrenmanlar ile mümkün.
Peki ölümle bu kadar yakında olmak nasıl Travma Sonrası stres bozukluğuna neden olmuyor?
Filmde Niki Lauda, ıslak zemin nedeni ile çok büyük bir kaza geçiriyor. Uzun süre hastanede acı verici tedaviler görüyor. Ve çok büyük, her gün farkına varacağı kalıcı hasarlar alıyor. Ama bu tedaviler gerçekleşirken, hastanede geçirdiği her anda televizyondan rakibini izliyor. Onun, yeni şampiyon olmasına yaklaşmasını takip ediyor. Biz ruh sağlığı çalışanları biliyoruz ki. Ölüm tehlikesine veya beden bütünlüğünü bozar nitelikte bir tehlike geçirmek veya bu tehlikeye başka bir kişinin maruz kaldığını görmek kişide; birçok araştırmanın yaygınlık oranına genelleme yaparsak %30’luk bir seviyede. Travma sonrası stres bozukluğu semptomlarına neden olacaktır. Ama Niki yarışlara döndüğünde sadece daha yavaş ve tedbirli bir sürüş yaptı. Evet yarışı yarıda bıraktı fakat kariyerine devam etti hatta emeklilik yıllarından vefat edene kadar Mercedes firmasının ve rekortmen Hamilton’ın koçluğunu yaptı. Bu da bize gösteriyor ki F1 pilotlarındaki azim ve hırs her şeyin üzerinde.
Belki de her pilot antisosyal eğilimler göstermektedir. Bu denli korkusuz ya da sadece ölmemek için korkan kişilerin karakter ve nörobiyolojik verileri ancak bilinen bir değerlendirme ile antisosyal kişilik bozukluğunu işaret ediyor olabilir. Zira günümüzde birçok riskli, yaşamsal tehlike ile iç içe ve yüksek nabızlı işler denilince akla ilk gelen, bu duygusuz ve kararlı kişiler olacaktır.
Filme dair değinmek istediğim bir diğer konu da kişiler arası ilişkiler. Pilotların kendi aralarındaki ilişkiler, bir yandan aynı yaşam serüvenini sürdürmek aynı aşamaları kat edip, aynı amaç için savaşıyor olmak. Birbirlerine sonsuz bir saygı duymalarına sebep olurken. Öte yandan yine bu sebepler inanılmaz bir nefret ve saldırganlığa sebep oluyor. Filmimiz aslında tamamen bu ilişki üzerine kurgulanmış.
Filmin sonlarında, bu iki efsanenin birbirleri ile yaptıkları konuşma aslında birbirlerine ne kadar saygı ve hayranlık duyduklarını. Niki’nin hayatta kalmak için Hunt’a duyduğu rekabeti kullandığını söylemesi beni ne kadar çok etkilediğini söylemeden geçemeyeceğim.
Bunun haricinde F1’in getirdiği stres ve yoğun tempo pilotların meslek hayatı dışındaki hayatlarını da etkilemekte. Filmde şahit olduğumu gizi takımının sektörden çekilmesinden sonra James Hunt yeni bir takım bulana kadar kendini uzun süre toparlayamadı ve bu zaten sağlıklı olmayan evliliğine yoğun bir şekilde yansıdı. Aynı şekilde Niki Lauda’da hastanede geçirdiği zamanda ve bu sektöre girerken, ailesini ve eşini bu tutkunun gölgesinde bıraktı.
Evet! Basında modern dünyanın gladyatörleri olarak adlandırılan F1 pilotları ve sporu hakkında Rush filmi üzerinden konuştuğumuz yazımızın sonuna geldik. Bu alanda yazı yazmak, (pilotların özelliklerinin korunması ve hedeflerinden başka pek bir şeyi umursamadıklarından) yeterli araştırma verisine sahip olmamaktan ötürü biraz zordu. Umarım bilgilendirici, keyifli ve düşündürücü olmuştur. Kendinize iyi bakmanız ve bir sonraki sayılarda buluşma umudu ile…
“İncinmişler, daha gelişmiş olanlardır.”
Psk.A.Özer Gözükızıl
Yorumlar
Yorum Gönder