ZİNDAN ADASI
“Canavar olarak yaşamak mı yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?”
Filmler “eğlenmek” için izlenir. “Film analizleri” ise film izlenir mi diye bir göz atılır. Eğer bakış açınız bu ise biraz değiştirelim. Filmler teorilerden, güzelliklerden, kötülüklerden, yaşamdan, bilimden, ütopyalardan, distopyalardan, izahı olmayan şeyin bazen mizahından söz eder. Aklınıza gelen ve gelmeyen her şey bu yedinci sanatın içeriğini oluşturur. Düşündürür, sorgulatır, hayran bıraktırır. Filmler sadece eğlendirmez, filmler baktığımız ama göremediğimiz dünya ve dünya dışını ele alırlar. Zindan Adası filmi tam olarak öyle bir filmdir. Orijinal ismi ile “Shutter Island” Leonardo DiCaprio’nun başrolünde yer aldığı 2010 yapımı filmdir.
Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Teddy karakterinin hikayesini izleriz en temelde ve onun üzerine birçok hikâye koyarız. Film başlarken pek çok kere “Psikoloji mi? Nerede?” sorusunu kendimize yöneltmemize sebep olur. Çünkü yalnızca akıl hastanesinde suçlu hastaların olduğu bir film başarılı bir psikoloji bağlantısı sunmayabilirdi. Ama -en derin bir ama- görüyoruz ki Teddy aslında olduğu kişi değildir. Dissosiyatif kimlik bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu olan en derinden bastırılmış duyguları ve hayat hikayesi olan biridir. Disosiyatif kimlik bozukluğu, filmde 2. Dünya Savaşı’nın ağır travmalarının getirdiği psikopatolojik bir rahatsızlıktır. Zindan Adası’nda Edward Teddy Daniels kimliğinin kurmaca Andrew Laediss ismi ise gerçek kimliktir zaten dikkat ederseniz isimler birbirinin anagramlarıdır. Peki, Teddy tam olarak neyi veya neleri bastırma gereği duyuyor biraz inceleyelim.
Teddy, sonuçları dünya tarihi için ağır bir savaşın ortasından eşi ve çocuklarına döner. Başlı başına savaşan için ağır travma olsa dahi savaşın ardında kalan eşler çocukların bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Eşi Dolores Chanel, manik depresyonu olan genç ve güzel bir kadındır. Teddy karakterininde eşini çoğu sahnede hatırlayışı depresif hali değil, güzelliği aşık olduğu halidir. Tabii her ne kadar her travma ardından geçmesini ummuş olsak bile anlıyoruz ki öyle değil. Filmde bir solukta anlayamıyoruz bunu. Çünkü film bizi aynı anda üç şeyi düşünmemize sebep oluyor. Teddy’nin içinde olduğu gerçeklik mi? Simüle edilmiş bir hayat mı? Geçmişte neler oldu? Soruları ile parça parça anlıyoruz. Aslında bir bütün olarak değil, parça parça anlamlandırmak olaylara sadece hasta birini izliyor gibiden ziyade gerçekliği sorgulatıyor olmasıdır. Çünkü Teddy güçlü bir bastırma mekanizması ile yaşadığı tüm olayları hatırlamamak üzere unutulmaya terk ediyor. Savunma mekanizmaları farklı şekillerde olabilir burada ise karşımızda şiddetli bir bastırma görüyoruz. Öyle ki Teddy ölen eşini şiddetli bir biçimde özlemiş dahi olsa onu ancak ve ancak rüyalarında ya da geçmişe dönüşlerinde görebiliyoruz. Aslında ne kadar acı… Özlemek, rüyalarında görmesi şiddetli bir acının unutulması için geliştirilen bir savunmadır. Ardı sıra gelen dayanılmaz acılar yerini kendini kahraman ilan ettiği bir senaryo ile değiştirir. Örneğin, eşinin çocuklarını öldürdüğünde eşini öldürmesi sanki hiç çaresi yokmuş gibi davranması aslında bahsettiğimiz dayanılmaz acıdır ve kendini kahraman ilan etme gereksinimidir. Rüyalarında gördüğümüz eşi ile yaşadığı kimi zaman romantik, sıkı sıkı sarılmalar aslında acının rahatlama isteği olarak yorumlanabilir.
Zihin her şeyi değiştirebilir. Bir anı yerine bambaşka bir şeyi koyabilir. Şöyle düşünülebilir; puzzle yapmak gibidir aslında yaşamak. Parçalar bir şekilde birbirini tamamlar. Teddy’nin yaptığı gibi eşinin yangında öldüğünü düşünebilir ya da bunun tamamen kontrolü dışında gerçekleştiğini bile... Zihnin puzzle oyunu burada devreye giriyor işte kötü dahi olsa imkânsız bir parçayı yerleştiremeyiz zihnimize. Anlamını değiştirebilir, acısını azaltabilir, deneyim olarak bir yerde saklayabilir, travmasını yok edebiliriz. Ama imkânsız bir parçayı oraya koymaya çalışmayız. Gerçeklik yerine simülasyonun içinde başka bir simülasyonda yaşarız. Zindan Adası’nda tam olarak yaşanan da budur. Teddy’nin gerçeklik ile yüzleşmesi için güçlü savunma mekanizmasını çalışmaz hale getirmeyi amaçlayarak tüm doktor ve hastane çalışanları ona bir hasta olarak değil, hastaneye vaka soruşturmaya gelen bir dedektif gibi davranırlar. Bu bizim gördüğümüz simülasyon bunun içinde ise Teddy yani Andrew ise kendi simülasyonunda gerçeklik ile bağlantısı olmayan hayatında yaşamaktadır. Elbette sonsuza kadar sürmez. “Gerçeklik” der. “Gerçeği ortaya çıkarmak istiyorsan onu bırakmak zorundasın.” Öyle de olur. Gerçeklik ortaya çıkar.
Teddy artık Andrew olduğunu anladığında ise çarpıcı bir gerçekliği yüzümüze vuruyor. Her ne kadar görmesek bile belki Andrew savaşın öncesinde, ailesini kaybetmeden önce böyle bir karakteri yoktu. Hayat her birimizi bir şeylere dönüştürüyor. Kimimiz bunu radikal olarak anında gözlemliyoruz. Kimimizde daha yavaş gerçekleşiyor. Filmin sanırım akıl hastanesi, gerçeklik, kimliklerin hepsinden sıyrılıp sorduğu bize işleyen bir soru ile bitiyor. “Canavar olarak yaşamak mı yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?”
Seçim yapmak bizleri belirlemiyor gibi gelebilir ve bazen ise seçimler tam olarak bizi belirleyen şeylerdir.
Sevgiler.
Özden N. Karpınar
Kaynakça:
Gözüm M., “Film Analizi: Zindan Adası”, Mona Psikoloji
Asker H., “Film Analizi: Zindan Adası”, Psikolojiden Oku,2020.
Zamane Psikoloji “Zindan Adası: Psikolojik Analiz”,2020.
Aklınızı Keşfedin “Zindan Adası ve Post Travmatik Stres”,2018.
Yorumlar
Yorum Gönder