Ana içeriğe atla

DIE WELLE (2008), YÖNETMEN: DENNIS GANSEL- ZEHRA ŞENİZ GÜÇ


DIE WELLE (2008), YÖNETMEN: DENNIS GANSEL



Film, öğrencilerin Hitler dönemi gibi diktatörlükle yönetilmenin bir daha çok zor olabileceğini savunmalarıyla başlamıştır diyebilirim. Rainer Wenger isimli öğretmenin açıköğretim yoluyla meslek edindirilerek topluma kazandırılmadan önceki hayatında mevcut düzene karşı çıkan, protestocu bir kimliği olduğunu düşündüğümüzde, zamanında tatmin edilememiş bu isteğin tekrar doyurulmak için gün yüzüne çıkabileceği beklendik bir sonuç oldu açıkçası. Şimdi ise çok kısa sürede belli yönergeler takip edilerek grup oluşturma sürecine bir bakalım.

Filmde otokrasi dersi kapsamında bir proje yapabilmek amacıyla, bu yönetim biçiminin kullanıldığı minyatür bir grup olan sınıf grubu kullanılmıştır. Öncelikle öğrencilerin alışmış oldukları şekilde dersin öğretmenine ismiyle hitap etmek yerine soy ismiyle yani Bay Wenger şeklinde hitap etmeleri, sonrasında ise konuşacak olan kişinin ayağa kalkmasının zorunlu olması gibi yönergelerle disiplin yoluyla güç elde etmek istenmiştir. Ardından Bay Wenger öğrencilerin ayağa kalkmalarını isteyip onlardan uygun adım asker yürüyüşü yapmalarını istediğini görüyoruz. Başta çekimser davranan öğrencilerin, hemen alt kattaki sınıfta kendilerine rakip olarak tutulan başka bir grubun varlığından haberdar olduklarında daha çok senkronize olmaları da dikkat çekici başka bir unsurdur. Grubun süregenliği için bir diğer önemli unsur da üyelerinin benzerlik teşkil etmesidir. ''Ben''den ''biz''e dönüşmek için birlik ve beraberliği kuvvetlendirecek yönergelerde bulunulması önemlidir. Grupları tanımlayan bir faktör olarak belirtildiği için grubun saygınlığını artırmak amacıyla tek tip kıyafete geçme kararının alınması ile sonrasında imkanları olanların diğerlerine üniforma desteği sağlaması uyumu sürdürmek için gayret edildiğinin, grubun yavaş yavaş içselleştirildiğinin belirtisidir. Filmde bireyselliğe büyük anlam yükleyen aileye sahip ve okulda son derece ilgi gösterilen bir kişi olan Karo'nun, gömleği giyip giymeme konusunda tereddüt edip sonra vazgeçmesi sahnesiyle; sağlam aile ilişkilerine sahip olmayan, akranları tarafından da alay edilen bir kişi olan Tim'in mevcut okul giysilerini komple yaktığı sahnenin peş peşe gösterilmesi filmin devamında karakterlerin sergileyecekleri davranışları anlayabilmemizde büyük önem teşkil etmektedir. Tim'in kendisini ait hissedeceği bir grubun varlığı, ona yol gösterecek bir rehbere sahip olma düşüncesi ve tabii ki de kimlik edinme isteğinin filmin sonuna kadar ''dalga'' için en büyük fedakarlıkları ve çabayı onun sergileyişini açıklar niteliktedir. Tüm bunları bir kenara koyduğumuzda Tim bir yandan, istediği toplum onayına da kavuşmuştur nitekim. Mesela filmin başında Bomber ve Sinan'ın Tim ile dalga geçtiğini görmekteyiz. Ancak dalga projesi başladıktan ve üyelerin hepsinin beyaz gömlek giyip kendilerine has işaretleri ya da amblemleri gibi birlikteliği teşvik edecek olgulara sahip olduktan sonra Tim'in anarşist olarak tanımlanan iki kişiyle tartıştığı ve yine alay konusu olduğu sahnede, Sinan ve Bomber'in onu korumaya çalıştığına şahit oluyoruz. Ayrıca filmin başında Bomber ve çetesine uyuşturucu verirken Tim'e ismi yerine başka şekilde hitap etmişlerdi; bunu kendi aralarında alay maksadıyla koyulmuş bir lakap olarak değerlendirirsek ve dalgadan sonra yalnızca ismi ile seslendiklerini göz önünde bulundurursak Tim'in beklediği çevre onayı ve toplumda bir kimlik edinme amacına nihayet ulaşmış olduğu bulgusuna varırız.

Grubun süregenliğini korumak, grup oluşumundan sonraki en büyük amaç haline gelmektedir. Dolayısıyla aynı çürük yumurta mantığı gibi grubun kurallarına uymayanlar oluşturulan bu birliği tehlikeye atabileceği için dışlanabilmektedir. Hatta grup üyeleri bu insanları dışlamaktan öte, normal şartlarda yapmayı akıllarından bile geçiremeyecekleri davranışlarda bulunabilmektedir. Filmde, grupça alınan kararlara uymayıp beyaz gömlek giymediği için grup ismine karar verildiği sırada Bay Wenger'in Karo'yu görmezlikten gelmesi; ayrıca grubun üyelerinin Karo'yu ''öteki'' addetmeleri de oluşturulan normlara uyulmaması sonucunda dışlanmanın gerçekleşebileceğinin bir örneğidir. Bunun yanında Karo'nun erkek arkadaşı Marco ile en yakın arkadaşı Lisa'nın ondan uzaklaşmaları da savımızı destekler niteliktedir. Dalgayı destekleyen, onun isim babası olan Marco ile dalgaya karşı çıkan Karo'nun arasındaki bir diyalog Marco'nun da aslında neden dalganın bir üyesi olduğunu açıklayıcı niteliktedir: Dalganın kendisine neyi ifade ettiği sorulan Marco, ''beraberlik'' cevabını verip, ailesiyle ilişkisinin Karo'nun ailesi kadar iyi olmadığı gerekçesini de ekleyerek beklediğimiz sonucu yine bize vermiştir. Aynı Tim gibi Marco'nun da ailevi sorunlardan ötürü bir gruba ait olma ve onu kimliğinin bir parçası olarak görme ihtiyacı olduğunu, ancak Tim'in Marco'ya kıyasla okuldaki sosyal kabul edilirliğinin düşük olmasının onun daha fazla otoriteyi içselleştirmesine yol açtığını göstermiştir.

Grup üyelerinin giderek şehrin birçok yerine dalga amblemini yayması, dalganın sembolü olan el hareketini yapmayanların belli ortamlara alınmaması ve tabii ki Tim'in oluşturduğu internet sitesindeki baskıya maruz kalan kişilerin yorumlarını da göz önünde bulundurduğumuzda, dalga hareketine katılanların sayısının çok fazla arttığını görmekteyiz. Gittikçe büyüyen bu otoritenin, üyelerin bireysel hayatlarında da etkisi gözlenmiştir. Marco'nun Karo'ya fiziksel; Rainer Wenger'in de eşi Anke'ye sözlü şiddet uygulaması içselleştirilmiş otoritenin getirisi olan kendinden güçsüze hakim olma ve canının istediği gibi davranma sonuçlarının örneklerindendir diyebiliriz. Ayrıca Karo'nun gelmediği tiyatro çalışmalarında Dennis'in oradakileri susturup, herkesin rolüne kendisinin karar vermesi ile sonrasında diğerlerinin buna itiraz etmemesi ve hatta başta yapılan demokratik seçimin çok saçma olduğunu savunmalar; Ferdi'nin filmin başında replikleri kendi istediği gibi okurken Dennis'in kendini otorite unsuru saymasından sonra replikleri olması gerektiği gibi yapması da üyelerin otorite duygusunu nasıl içselleştirdiklerini göstermektedir.

Son olarak yine filmin başında, su topu maçında Sinan ve Marco'nun aynı takımdan olmalarına rağmen paslaşmayıp, ilerleyen sahnelerdeki -dalga destekçilerinin de gelmesinin etkisi ile- su topu maçı sırasında paslaşıp sayı almaları da grupla özdeşleşmiş olduklarının bir başka kanıtıdır.

Teşekkürler,
Zehra Şeniz Güç

Yorumlar

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik