Ana içeriğe atla

KARDEŞ KISKANÇLIĞI- ÖZDEN NUR KARPINAR


KARDEŞ KISKANÇLIĞI




“Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Geri kalanı hatırlardır."

2020 Nobel Edebiyat Ödüllü Louise Glück

Çocuklar bizler için masumluğun anlamıdır. Sevginin, mutluluğun, hüznün en saf ve temiz halini onların yüzlerinden okuruz kimi zaman. Bizler için çocuk eşittir masumluktur. Ama bazen dış etkenler örneğin; aile, sosyal çevre, kardeş gibi olgular erken çocuklukta veya sonrasında birtakım problemlere yol açmaktadır. Bunlardan biri çocukları büyük ölçüde etkileyen kıskançlık duygusudur. Spesifik olarak “kardeş” kıskançlığı. Çoğu zaman ilerleyen yaşlarda taşınmadan erken çocuklukta kendini belli etmektedir. Hatta ülkemizde evin çocuğuna kardeş geliyorsa bu aileler için adeta bir kabustur. “Eyvah nasıl olacak, kıskanır mı ki? kıskanır doğaldır çocuk o” bin bir kafadan bin bir fikir gelir etraftan. Fakat yanlış bilgiler ile devam etmeden önce araştırmak ardından gerekiyorsa yardım almak kardeşler arasında en sağlıklı iletişim temelleri oluşturur. Kardeş kıskançlığı kadim dinlerden mitlere masallardan psikolojiye bu alanla ilgilenen bilim insanların araştırdığı yani en evrensel duygulardan biridir ve ailelere bu noktada kulaktan dolma bilgilerle hareket etmeden bunun yaşanmasının normal, evrensel olduğunu bilerek araştırmaları, yardım almaları sağlıklı olacaktır.

Kardeş kıskançlığı hakkında okuduğumuz ilk vakaları Freud ve C.G.Jung’dan öğrenmekteyiz. Freud 2 yaşındaki bir çocuğun kardeşini gördüğünde “ne zaman ölecek?” sorusunu kayıtlara geçerken Jung ise tedavi ettiği küçük çocuktan kardeşi olduğunda onu öldürme isteğini yazmıştır. Bazen aynı anda büyük kardeşten gelen çarpıtmalarıda göz ardı etmemek gerek Freud’un bir başka vakasında kardeşi hakkında “ya banyoda boğulursa ya balkondan düşerse” korkularının bir karşıt tepki geliştirme olduğunun açık örneğidir. Karşıt tepkiler genellikle bilinçdışının tehdit edici bir düşünceden kaçmak için kullandığı bir savunma mekanizmasıdır. Karşıt tepki aslında burada onu kaybetmekten değil tam tersine kardeşi istememekten kaynaklı olabilir. (Burger,2006) Peki masumluğun sembolü olan çocuklar neden birdenbire kıskançlığa kapılır? Sebebi rekabet duygusu. Kardeşinin yüzüne bakmak, ilgilenmek istemeyebilir. Çünkü zaten evde o vardı ve neden bir tane daha çocuk geldiğini anlamlandırma gücüne sahip değildir. Aslında hala masumca neden ondan bir tane daha istediğinizi anlamlandırmamaktır. Peki bu durumda çocuklar kıskançlıktan başka ne tepki verebilirler sorusu şöyle yanıtlanabilir; idrar kaçırma, yemek yemeyi reddetme, tek başına giyinmek istememe, oyuncaklarını atma, çimdikleme, zarar verme gibi tepkiler verebilirler. (Samurçay, 1982)

Kardeşler arasında en önemli çalışmaları Adler ve Sulloway’den görebiliriz. Kardeş sıralaması ve kardeş ilişkilerini psikolojik olarak ele alan en ünlü ve ilk isimlerden birisi Adler’dir. Adler’in teorisine göre kişilik ve kardeş sıralaması doğrudan ilgilidir. Doğum sırasına göre ilk çocuğun anne-baba tarafından aşırı ilgi gördüklerini, her yerde ondan bahsettiklerini fakat ikinci çocuk gelene kadar bunun süreceğini söyler. Ardından ilk çocuk “tahttan indirilir.” Aşağılık duygusu kendini gösterir ve hatta öyledir ki toplumda sapıkların, nevrozların, suçluların çoğunun ilk çocuk olduğunu söyler. Fakat Adler tam tersine ikinci veya ortanca kardeşe karşı çok ılımlıdır. Onlar şımartılmaz, rekabet ettikleri çok insan olduğu için fazladan çaba sarf ettiklerini belirtir. Kardeşler arası kıskançlık hakkında bu iddialı teori göz doldursa da Adler’in kendisinin 2. Çocuk olduğunu bilinmelidir. Güçlü bir teori bir olsa da bir o kadar üstünde düşünmeye açıktır. (Burger,2006) Pek aşina olduğumuz bu konunun bizlere bu kadar tanıdık olmasının bir nedeni ise evrimsel perspektiften bakabiliyor olmamızdır. Darwin, kardeşler arasındaki kıskançlık ve evrimi açıklarken büyük kardeşlerin her zaman üreme, güç, zeka gibi özellikler bakımından daha avantajlı olduğunu ve küçük kardeşlerin aile içerisinde sınırlı kaynaklara ulaşmak için çabada olduğunu iddia etmiştir. Darwin’in evrim teorisi temelinde Sulloway kuramını oluşturmuştur. Aslında Sulloway’in kuramının Adler ile paralel olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü doğum sırasının kişilik özelliklerine etkisine vurgu vardır. İlk çocuk ailenin ilgisi üzerinde olduğu için kurallara daha bağlı, saygı ve itaat göstermeye meyilli, daha organize bu yüzden sorumluluk sahibi doğal olarak daha başarılı olduğunu fakat daha kaygılı olduklarını öne sürmektedir. Sonra doğan çocuk ise farklı bir yol arayışına girer. Otoriteyi sorgular, hak iddia eder, kural ve beklentilere ilgisi azdır ve uzlaşmacı olmak için farklı stratejileri kullanırlar. (Çınarbaş, Nilüfer, 2019)

Kardeş kıskançlığı, çocuklara özel bir yol ile çözüme kavuşabilir. Örneğin, toplum arasında “eşit zaman” değil “gereken zamanı” çocuğa vermek önemlidir. Onların farklı bireyler olduklarını ve ihtiyaçları doğrultusunda zaman verilmesi gerekmektedir. Kardeşler arasında duygularını anlamaları onlar için önemli bir puzzle parçasıdır. Eğer paylaşmayı istemiyorsa bu konuda ona zorunlu olmadığını ama cömertliğin vurgusu yapılabilir. (V.B,2019)


Çocukların ruh sağlığını fark etmemiz durumunda onları kişiliklerini oluşturmalarında, sosyal çevrenin seçimlerinde, eğitimlerinde, dışadönük ve kendinin farkında olan bireyler yetiştirmede onlara büyük oranda yardım etmiş oluruz. Unutulmamalı ki en önemli hatırlar çocukluk hatıralarımızdır. En büyük travmalar, en güzel oyunlar, en neşeli anlar hepsi her bireyin içinde o çocukluk sandıklarının birinde… Aslında “çocuktur unutur” kalıbının yanlışlığı ve aslında en beklenmeyen durumun çocuk üzerindeki etkisini görmememizi sağlıyor. Onlar hiçbir şeyi unutmuyorlar. Hepimizden daha masum olan onlara gerçek kardeşliği göstermeye ve Dünya’nın kıskançlık, paylaşmama üzerine değil, iyilik, cömertlik ve sevgi ile döndüğünü öğretmesi gerekmektedir. 

2020 Nobel Edebiyat Ödüllü Louise Glück dizelerinde şöyle der; “Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Geri kalanı hatırlardır.” Çocukluk belki anımsadığımız tek gerçeklik ve tek gerçek andır. O anları onlar için güzelleştirmek, onları sevmek ve sevmeyi öğretmek bizlerin elinde.


Teşekkürler,

Özden Nur Karpınar


KAYNAKÇA:

Samurçay N., “Çocuklarda Kardeş İlişkileri”,syf;6-12, 1982

Veli Bülteni Dergisi, “Kardeş Kıskançlığı” 2019(7)

Çınarbaş C., Nilüfer G. “ Adler Ve Sulloway’in Doğum Sırası Kuramları Ve Görgül Bulguları İle Bir Derleme” 59.1 (2019): 125-151, DTCF Dergisi

Yorumlar

Yorum Gönder

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik