UZMAN KLİNİK PSİKOLOG EZGİ DEVECİ İLE ETİK ÜZERİNE RÖPORTAJ!
Öncelikle bu röportajı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Okuyucularımızın sizi daha iyi tanımaları adına kendinizden bahsederek başlayabilir misiniz?
İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunuyum. Ardından yine İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde Uygulamalı Psikolojinin bir alanı olan Sağlık Odaklı Klinik Psikoloji programında yüksek lisans yaptım. Şu anda da yine İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünde doktorama devam ediyorum. Doktora çalışmam da yine sağlık psikolojisi odaklı ve yeme bozukluklarının İstanbul’da üniversite öğrencileri arasında görülme sıklığını araştırıyorum.
1) Toplum genelinde psikologlara karşı önyargılar var örneğin; ‘deli doktoru’ ya da çevredeki insanların psikologların duygularını sürekli kontrol altında tutması gerektiğiyle ilgili ‘sen nasıl psikolog olacaksın’ gibi tabirler bulunuyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz. Sizce toplumdaki bu yargıların önüne geçilebilmek için psikologlar ne yapabilir?
Aslında ben bu soruyu farklı bir açıdan ele almak istiyorum. Çünkü bu tür sorulara daha çok henüz eğitim hayatının başında olan psikoloji bölümü öğrencileri maruz kalıyorlar. Bu nedenle bu soruya öğrenci perspektifinden yanıt vermek istiyorum.
İlk olarak, ‘deli doktoru’ tanımlamasına bakalım. Bu tanımlama, ruh sağlığı alanı dışındaki kişilerin psikolojinin sadece klinik psikolojiden ibaret olduğunu düşündüklerine işaret ediyor olabilir. Peki, o zaman ne yapacağız? Belki de ilk adım toplumdaki bu algıyı değiştirebilmek için öncelikle farkındalık oluşturmaktır. Psikoloji nasıl bir bilimdir? Kaç tane alt alanı vardır gibi soruların cevaplarını etrafımızdaki insanlara ve topluma anlatmamız gerekiyor. Çünkü yukarıda da değindiğim üzere birçok kişi psikolojiyi sadece klinik psikolojiden ibaret sanabiliyor. Oysa Amerikan Psikiyatri Birliği Psikolojinin 54 alt alanı (Sosyal, Trafik, Sağlık, Bilişsel, Deneysel, Klinik, Adli, Endüstri, Travma, …) olduğunu bildirmektedir. Bu doğrultuda düşündüğümüzde öğrenciler klinik psikoloji dışında birçok alanda uzmanlık kazanabilir ve klinik psikoloji dışında bir alanda da meslek hayatlarını sürdürebilir.
İkinci olarak ise, ‘sen nasıl psikolog olacaksın’ sorusuna bakalım. Bu soru üzerinde biraz düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer öğrenciler ‘sen nasıl psikolog olacaksın’ gibi bir yorum ya da soru ile karşılaşırlarsa kendilerine şu soruyu sormalarını önerebilirim: ‘Acaba karşımdaki kişiyi bu şekilde düşündüren nedir?’. Belki de bu soru psikoloji öğrencisinin kendi ile ilgili bir bilgi edinmesini sağlayacak ve öz farkındalığını arttıracak olabilir. Böylece içinde bulunduğu koşulların meslek yaşamını nasıl etkileyeceğini bilen ve bu konuda adım atan meslektaşlarımız sahada daha çok yer alabilir. Ayrıca, bu tür soruların çevrenin psikoloji bölümü öğrencilerinden beklentilerinin ne kadar yüksek olduğunu işaret ettiğini düşünüyorum. Oysa, psikoloji bölümü gelişmenin ilk basamağıdır ve içinde uzun bir yolculuğu barındırır. Bu nedenle belki de öğrencilerimiz böyle bir yorumla karşılaştığında eğitimlerinin henüz çok başında olduklarını, mezun olsalar dahi gelişmeye devam edeceklerini iletebilirler.
2) Uzman Klinik Psikolog olarak bu zamana kadar nasıl etik problemlerle karşılaştınız? Bu problemlere nasıl çözüm buldunuz?
Bir meslek yasası olmaması nedeni ile ne yazık ki klinik psikoloji istismara çok açık bir alan haline gelmektedir. En sık karşılaştığım etik problemlere ilk örnek olarak klinik psikoloji yüksek lisansı ve/veya psikoterapi eğitimi ya da süpervizyonu olmamasına rağmen psikoloji bölümü mezunu olan/olmayan kişilerin psikoterapi yapmaya çalışmalarını verebilirim. Bu hem danışana hem de psikoterapi uyguladığını düşünen kişiye ne yazık ki zarar vermektedir. Üstelik Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği ‘Dürüstlük-Kendini Doğru Tanıtma’ ilkesinin de ihlalidir. Bu tür bir sorunla karşılaştığımda Türk Psikologlar Derneği’ne 'sahte psikolog' bildirimi yapmaya çalışıyorum. Ayrıca, psikoterapi uygulamalarına geçişin, ancak mesleki yeterlilik sağlandığında yani süpervizyon destekli yüksek lisans ve psikoterapi eğitimi alındığında gerçekleşmesi gerektiğini unutmamak gerekiyor.
İkinci olarak etik ihlal ile ilgili en önemli sorunun klinik psikologların özellikle mesleki unvan kullandıkları sosyal medya hesaplarında tüm hayatlarını herkese açık bir şekilde sergilemesi olduğunu söyleyebilirim. Etik yönetmelik kamuya yönelik yayın organlarını kullanma ile ilgili olarak şunu söyler: “Psikolog, kamuya yönelik yayın organlarını kullanırken (radyo, televizyon, basılı yayın, internet vb. elektronik ortamlar); açıklama ve önerilerinin bilimsel temellere oturduğundan emindir ve etik yönetmeliği dikkate alır.” Oysa bugün karşılaştığımız görüntü bu etik kuralın çiğnendiğini bizlere gösteriyor.
Ayrıca, klinik psikolog olarak yarar sağlayabilmenin en önemli koşullarından biri terapist – danışan ilişkisinin danışan odaklı olacak şekilde sadece seans odası çerçevesinde kalması ve terapistin kendi hayatı ile ilgili bilgi paylaşmamasıdır.
Bu tür hesaplara ne yazık ki meslek yasamız olmadığı için yine müdahale edemiyoruz. Ancak bu konu ile ilgili öğrencilerimle derslerimizde sıklıkla bunun neden etik bir sorun olduğunu konuşuyoruz ve fikir alışverişi yapıyoruz. Sanırım bu tür durumlarla karşı karşıya kaldığımızda hem çevremizi etik konularla ilgili bilgilendirmek, bir psikoloğun görev ve sorumluluklarının neler olduğunu anlatmak hem de bizim bu kuralları çok dikkatli bir şekilde uygulamamız büyük önem taşıyor.
3) Bir uzman klinik psikolog olarak psikoloji öğrencilerine ya da psikoloji okumak isteyen öğrencilere psikolog olmak ile ilgili ne söylemek istersiniz? Psikolog olmakla ilgili düşüncelerinizde lisans hayatınızdan beri değişim oldu mu?
Ben hep klinik psikoloji eğitimi almak istemiştim ve bu doğrultuda da eğitimimi almaya hep devam ettim. Bu nedenle, düşüncelerimde alan değiştirmeye yönelik değişiklik hiç olmadı. Ancak, eğitim almak ya da eğitimime devam etmek istediğim alan değişmese de eğitim hayatım devam ederken yeni birçok bilgi öğrendim ve daha kapsamlı düşünmeye başladım. Örneğin, çok disiplinli çalışmanın önemini daha iyi kavradım; insanın iyilik halinin çok boyutlu olduğu bilgisini edindim; önemli olanın hasta olunca iyileşmek değil de sağlıklı kalmaya devam etmek olduğu öğrendim.
Öğrenci arkadaşlarıma da yapacağım ilk öneri etik yönetmeliği öğrenmeden meslek hayatlarına başlamamaları gerektiği olacaktır. Ayrıca klinik psikolojinin temel basamaklarından birinin araştırma yöntemleri olduğunu da hatırlatmak isterim. Araştırma yöntemleri sayesinde bizler bilimsel soru sormayı ve o sorunun cevabını nesnel kalarak nasıl elde edebileceğimizi öğreniyoruz. Soru sormak, hipotez oluşturmak ve o hipotezlerin yanlışlandığını görebilmek psikoterapi sürecinde de bizlerin kullandığı yöntemlerdir.
Bununla birlikte tabii bir diğer önemli basamak da öz farkındalık, yani psikoloğun kendi sürecini fark etmesi ve bir klinik psikoloğun kendi psikoterapi sürecinden geçmesi. Yine bu konuda etik yönetmeliğin ilgili maddesi şunu söylüyor: “Psikolog kendi kişisel, kültürel ve sosyal geçmişinin, cinsel yöneliminin getirdiği kısıtlamaların çalışmalarını etkileyebileceğinin farkındadır. Bu kısıtlamaların yol açabileceği olumsuzlukları en aza indirgemek için uygun adımları atar.” Bu maddeye tüm psikologların uyması gerektiğini düşünüyorum.
4) Psikoloji öğrencileri psikoloji alanına girişlerinden itibaren hangi dala yöneleceğine dair birçok kararsızlık yaşıyor kimi zaman bu durum mezun olduktan sonra bile devam edebiliyor siz de bu süreçlerden geçen bir psikolog olarak klinik psikolog olma kararınızı nasıl verdiniz bu süreçten bahsedebilir misiniz?
Aslında bir önceki soruda da belirttiğim üzere ben hep klinik psikoloji eğitimi almak istemiştim. Bu nedenle hiç farklı bir alana yakınlığım olmadı. Ancak psikolojinin alt alanlarının birbiri ile etkileşim halinde olduğunu unutmamak gerekiyor. Örneğin; sağlık psikolojisini sosyal psikolojiden bağımsız düşünemeyiz. Ortak kavramları var ve sosyal psikoloji sağlığın geliştirilmesi konusunda yaptığı araştırmalarla klinik psikoloji alanına çok büyük bir destek sağlıyor.
5) Lisans hayatından itibaren hangi dalı seçeceğine karar veremeyenler olduğu gibi klinik psikoloji alanına yönelmeyi seçen bir kişi yetişkin, çocuk ya da çift- aile terapisi alanında tam karar vermeden hepsine hakim olduklarını ve her alandan danışan ile çalıştıklarını belirtiyorlar siz bunu etik açıdan nasıl değerlendirirsiniz? Klinik psikoloji yüksek lisansı okumak bütün terapilerde yetkin olmak için yeterli midir?
Bu sorunun tek bir cevabı var. ‘HAYIR’. Sadece klinik psikoloji eğitimi almak bizleri klinik psikolojinin kendi içindeki alt alanlarında (örneğin, yetişkin, çocuk-ergen, ..vb. gibi) ve her terapi yaklaşımında yetkin kılmayacaktır. Her alan kendine özgü problemler ve bu problemlerin çözümleri ile dolu, dolayısıyla bir kişinin tek bir alanda uzmanlaşması yardım arayışında olan kişilere sağlıklı bir şekilde yardımcı olmasını sağlayacaktır.
6) Psikoloji öğrencilerinin belki de en çok maruz kaldığı durumlardan biri de akrabalarından ‘ilk hastan benim’ gibi tepkiler almaktır. Bu tip durumlarda psikolog adaylarının etik açıdan nasıl bir açıklama yapması doğru olur? Bu konu da psikoloji öğrencilerine vermek istediğiniz bir tavsiye var mı?
Temel etik kurallar bizlerin yol göstericisi... Psikologların yakınları ile çalışamayacağı bizim için en önemli kurallardan biri. Bunun dışında psikoloji bölümü mezunu olmak zaten kişiyi klinik psikolog yapmıyor. Klinik psikoloji ayrı bir eğitim sürecini kapsar ve bu sürecin en önemli bileşeni de süpervizyondur. Dolayısıyla ‘ilk hastan benim’ söyleminde ısrarcı olan ve yardım bekleyen yakınlarımıza neden bunu yapamayacağımızı etik gerekçelerle anlatmak ve ihtiyacı doğrultusunda bir uzaman yönlendirmek doğru olacaktır.
7) Psikoloji lisans mezunu olmadan alanı işgal eden birçok kişi ile karşılaşabiliyoruz elbette bu durumun her birey için sakıncalı ve sağlık açısından da risk oluşturduğunu biliyoruz. Ancak psikoloji lisans öğrencilerinin de öğrenim hayatlarında lisans ile beraber çeşitli kurumlarda birçok terapi eğitimine gitme ve sertifika biriktirme eğilimleri olduğunu gözlemliyoruz. Lisans hayatıyla beraber terapi eğitimlerinde de yığılmalar oluyor. Bu eğitimleri öğrenciler açısından yararlı buluyor musunuz? Öğrenciler bir kurumdan sertifikalı terapi eğitimleri alırken nelere dikkat etmelidir?
Psikoloji eğitimi tamamlanmadan sertifikalı test ve terapi eğitimine katılımı doğru bulmuyorum. Hele de mesleki açıdan yetkinliği olup olmadığı bilinmeyen kişiler tarafından verilen eğitimleri etik dışı ve zarar verici buluyorum. Eğer öğrencinin amaçladığı klinik psikolog olmak ise bu konuda yüksek lisans eğitimi alması ilk şarttır. Ancak bugün biliyoruz ki kişiyi terapist olarak yetkin kılan sadece yüksek lisans eğitimi de değil. Aynı zamanda o eğitimin içeriği. Eğer yüksek lisans yapmaya karar veriyorsanız eğitim alacağınız kurumun size terapi eğitimi ve süpervizyon verip vermediğine dikkat etmenizi öneririm.
8) Covid-19 virüsü ile beraber hayatımıza giren karantina süreci birçok değişime neden oldu. Bu süreçte psikoloji öğrencilerinin ya da yeni mezun psikologların kendilerini geliştirebilmesi için neler yapmalarını önerirsiniz?
Bu süreçte öncelikle online derslerine aktif olarak katılmaya devam etmelerini öneriyorum. Derslerden uzaklaşmak hem bilinmeyen bir dönem olarak tanımladığımız Covid-19 sürecinin daha kaygılı geçirilmesine neden olabilir hem de başarıyı düşürebilir. Bu nedenle öğrencilerin öncelikle ders ve ödevlerini düzenli bir şekilde yapmasını öneriyorum. Kalan zamanlarda ise mutlaka bol bol film ve dizi izlemelerini, kitap okumalarını ve psikoloji ve psikiyatri alanına yönelik hazırlanmış sesli programları (podcast) dinlemesini öneririm.
9) Karantina süreci yeni alışkanlıklar kazanmamıza neden oldu. Bu süreç bittikten sonra toplum psikolojisinde ne gibi farklılıkların oluşabileceğini düşünüyorsunuz? Bu değişimler bazı DSM kriterlerinde de değişikliğe neden olabilir mi?
Bu çok iddialı bir soru. Toplumsal düzeyde bazı değişiklikler olacaktır ancak belirgin bir farklılık olup olmayacağı yapılan bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum.
10) Karantina süreci sonrasında insanların süreç içerisindeki değişen alışkanlıkları ilerleyen süreçte sizce yeme tutumlarını ile ilgili sorunlar oluşturur mu bu konudaki fikirleriniz nelerdir?
Karantina sürecinde birçok insan ortak bir konuda zorlandılar. O da ‘yemek’ oldu. Birçok kişinin beslenme alışkanlıkları değişti hatta yeme davranışları bozuldu. Evde kapalı kalma ile birlikte stres seviyesi arttı ve dolayısıyla endişe duygusu ya da diğer depresif belirtilerin ortaya çıkardığı bir duygusal yeme sorunu oluştu. Eğer bireyler uzun vadede sağlıklı beslenme rutini oluşturamazlar ya da evde olmalarına rağmen hareketsiz kalmaya devam ederlerse bu durumun olumsuz sonuçlar oluşturabileceğini düşünüyorum.
TEŞEKKÜRLER,
MERVE CEREN ŞAFAK
Yorumlar
Yorum Gönder