LYON’DA DÜĞÜN
İlk öykümüz kitaba adını da veren Lyon’da Düğün. Fransız Devrimi ile ele geçirilen Lyon şehri kuşatılacaktır. Her ne kadar halk buna karşı çıksa da Lyon yok olmaya mahkum edilmişti. İnsanlar bir bir ölüme gidiyordu. O kanlı günlerden birinde bir grup tutuklanıp mahzene atılmıştı. Hepsi biliyordu o gecenin sabahında ölümün kendilerini beklediğini. Ölüm sıralarını bekleyen bu gruba başka bir grup daha eklenmişti. O grupta da aynı tepkisizlik, çaresizlik vardı. Kendisine nişanlısının öldüğünü söyleyen belediye görevlisine inanan genç kız, karşısında kanlı canlı nişanlısını görünce inanamadı ve şaşkınlıkla nişanlısına doğru koştu. Birbirini seven iki insan ölüme de birlikte gidecekti. İkisi de çok mutluydu ancak genç kızın tek isteği vardı ölüme giderken nişanlısının soyadıyla yürümek istiyordu. Şans yüzlerine gülmüştü, içlerinden biri hüküm giymiş olsa da papazdı. Samanlarla dolu olan mahzen el birliğiyle kiliseye döndürülmüştü, kadınlar protestolarda ellerine sıkıştırılmış çiçeklerle genç kız taç yapmışlardı. Papaz o gece nikahlarını kıymış, genç kızın son emeli gerçekleşmişti. Sabah olduğunda bu genç çift en başta diğerleri arkalarında ölüme yürüyorlardı.
İkinci öykümüz ise İki Yalnız İnsan. Toplum tarafından dışlanan iki insanın tesadüfi olarak karşılaşmasını anlatıyor. Erkek sağlıklıydı tek rahatsızlığı ayaklarındaki sakatlıktı. Bu durum onu hep arkada bırakmıştı. Çocukken arkadaşlarıyla oyun oynamasını engelliyordu, büyüdüğünde de yolda yürürken bile geride kalmasına neden oluyordu. Bu olanlar onu içine kapanık biri haline döndürmüştü. Jula ise çirkinliği yüzünden dışlanmıştı. Kimse onu beğenmiyor, ilgilenmiyor, onunla konuşmak istemiyordu. Jula’nı görülme isteği içini kemirse de onu anlayan biri yoktu. Jula’nın ağlaması bu iki insanı birleştirmişti. İkisi de yalnızdı. Adam o kadar çok şey yaşamıştı ki kıza merhamet etmişti. O zamana kadar kimseye anlatamadıkları, kendilerine bile itiraf edemedikleri ne varsa o gün birbirlerine anlatmışlardı.
Son öykümüz ise Wondrak. Çirkinliğiyle tanınan Ruzena Sedlak’ın hayatındaki tek varlığı olarak gördüğü oğluyla olan durumunu anlatır. Sahip olduğu çirkinlik onu toplumdan itmiş, insanlar yüzüne bile bakmaktan çekinmişti. Bir tek oğlu ona farklı gözle bakmıyordu. Her şeyden sakındığı oğlu savaş nedeniyle askere çağrılmasıyla birlikte Ruzena’nın oğlunu askeri birliklerden kaçırmaya çalışmasını işler.
Zweig her kitabında olduğu gibi bu kitabında da psikolojij tahlilleriyle, sizi öykünün içinde köşede saklanmış olan bir izleyici olarak hissettirmeyi başardı. Lyon’da mahzendeki düğüne sanki siz de katılmış, onların sevincini paylaşıyorsunuz. Veyahut da Ruzena’ nın herkes tarafından dışlanmasının onda yarattığı yalnızlığı, ruhunuzun derinliklerinde hissediyorsunuz. Belki siz de Ruzena’nın çirkinliğini görmeden bile onayladınız.
Üç öyküde de ana tema, toplum tarafından yalnızlığa mahkum edilmiş bireylerin hayatı. Siyasi görüşleri, fiziksel görünümleri gibi özellikleri insanların ait oldukları dünyadan koparılmalarına neden oluyor. Soyutlanmanın beraberinde getirdiği yabancılaşma hem kendileriyle hem de çevreleriyle kurdukları iletişimde güçlük yaşamlarına yol açıyor. Günümüzde de öyle değil mi? Çoğu zaman davranışlarımızı, düşüncelerimizi, karakterimizi ötekilere beğendirme çabasındayızdır. Modayı takip eder trend kıyafetleri tercih ederiz, popüler dergiler satın alır sosyal medyada daha çok beğeni almak için paylaşırız. Kendimize ait olan gerçekliğin beğenilmemesinden çekinir, insanlar tarafından dışlanmaktan korkarız. Beğenilmemek, takdir edilmemek, sevilmemek ruhumuzda derin yaralar açar bu durumla değişik biçimlerde başa çıkarız. Kimimiz yalnızlık çeker, kimimiz kendimizi işimize verir, kimimiz ise söylenenlere karşı çıkar. Herkes bir şekilde baş etmeyi öğrenir. Bir diğer nokta ise iletişimdir. Beğenilmeme kaygısından bulunduğumuz ortamlarda zaman zaman gerçek düşüncelerimizi paylaşmaktan çekiniriz. Bu örnekte de gördüğümüz gibi basit ama hayatımızın her noktasında kendini gösteren, bizi kendimize bile yabancılaştıran bir toplumdan bahsediyoruz. İç dünyamızda nelerle baş ettiğimizin, çatışmalarımızın, ruhsallığımızın ötesinde toplum tarafından dışlanmak bizi ayrı bir savaşa da götürüyor. Bireyselliğimiz, ötekiler tarafından işgale uğrasa da kendimiz olmaktan kaçınmamalıyız. Kendimizi kabul edersek bunlarla baş etmeye başlarız. Belki sizler de hayatınızda bu durumlarla karşılaştınız, savaştınız. Belki kazandınız belki yenildiniz. Bu durum hiçbir zaman sizi güçsüz yapmaz, yapamaz. Kim bilir siz de günün birinde Jula’nın karşılaştığı gibi biriyle karşılaşırsınız. Konuşabilir, kendi gerçekliğinizi paylaşabilirsiniz. Dilin sınırları sizi zorlasa da anlatmak sizi rahatlatacaktır. Sevgiyle kalın.
Kaynakça
Stefan Zweig, Lyon’da Düğün (2020)
Teşekkürler.
SEMA GÜRBÜZ
Yorumlar
Yorum Gönder