Ana içeriğe atla

ANTWONE FISHER (2002) – FİLM ANALİZİ- ELİF NUR GÜRCAN



ANTWONE FISHER (2002) – FİLM ANALİZİ


Antwone Fisher, 2002 yılında vizyona giren ve yapımcılığını Denzel Washington’un üstlendiği ayrıca filmin yazarlığını Antwone Fisher’ın yaptığı bir biyografik drama filmi. 25 yaşında, Amerikan donanmasında asker olarak hayatını sürdüren Antwone, bizleri ilk sahnesinde çocukluğuyla ilgili gördüğü bir rüya ile karşılıyor. Daha sonrasında, asker arkadaşına uyguladığı şiddet sonucu psikiyatristle görüştürülmek zorunda bırakılıyor. Ki filmden anlayacağımız üzere, Antwone’ın donanmadaki arkadaşları psikolojik yardım almayı ayıp buluyor, Antwone’ın da başlarda tedaviye istekli davrandığı pek söylenemez. Psikiyatristiyle olan ilk görüşmesinde ailesinin olmadığını, kendisinin bir kayanın altından geldiğini aktarıyor. İlk izlenim olarak zaten Antwone’un zorlu bir hayat geçirdiği anlaşılabiliyor. Bu dediklerinin sonrasında, haftalarca seanslara gitse bile tek kelime etmiyor, yavaş yavaş psikiyatriste olan güvenini oluşturunca da konuşmaya başlıyor. Tedaviye kapalı gibi gözükmesine rağmen aslında, tedaviye muhtaç biri ve bunun farkında. Hapishanede doğan Antwone, babasını eski sevgilisinin onu öldürmesi sonucu kaybetmiş. Yetimhaneye gönderilen Antwone’ı daha sonra annesi de istememiş. O günleri yağmurlu günler olarak adlandırıyor Antwone; dışarıda oyun oynamak isteyen birine göre hava her zaman yağmurlu olurmuş, hayatında yaşadığı kötü şeyleri detayı detayına hatırladığı fark ediliyor böylece de. Bu yaşadıkları travma niteliğinde; güven sorunları, sosyal hayata adapte olamama ve agresiflik seviyesi de aslında travma sonrası stres bozukluğundan kaynaklanıyor.

Hayatının devamında ise 2 yaşındayken bir rahibe ve onun karısına evlat verilmesiyle devam ediyor, dini kurallara göre yetiştirilen Antwone’ın iki evlatlık kardeşi daha var. Rahibin eşi; sert, aşağılayıcı, manipülatör ve şiddet eğilimi olan bir kadın. Antwone’ın yaşadıklarını kendisinin şu sözleriyle daha iyi hissedilebiliyor: “Beni bayıltana kadar dövdüğünü övünerek anlattı.”

Daha sonra o şekilde bir şiddet uygulamamış olsa da küçük Antwone’ın en çok korktuğu şeylerden biri olan ateşle defalarca tehdit etmiş. Antwone bunlardan öylesine yorulmuş ki, artık rahibe ve eşine nefret beslemek yerine kendini defalarca sevdirmeye ve kabul ettirmeye çalışmış. 6 yaşındaki bir çocuğun güvenli bir ortamda büyümesi gerekirken, tüm bu travmalar sonucu mental sağlığını koruyamayan bir birey haline geldiğini görülüyor. Antwone, yaşamının o kısmını, -ki filmin sonunda bizi gülümsetecek bir gönderme yaparak- şuna çok benzer bir şekilde aktarıyor:

“Eğer o sabah evde yulaf, yumurta yapıldıysa ve kapının önündeki yer, suyla temizlendiği için beton kokusu geliyorsa, günün kötü geçeceğini anlayabiliyordum, eğer krep kokusu alıyorsam gün genellikle iyi geçerdi, ki bu çok nadirdir.”

Filmin tam bu sıralarında Antwone’ın resim çizdiği görülüyor. Çocukluğuyla ilgili her şeyin resmini çizebilecek kadar iyi hatırlıyor. Donanmadaki arkadaş çevresi ise yok denecek kadar az. Antwone biraz daha büyüdüğünde rahibin eşine ilk karşı gelişini anlatıyor. Şiddete uğramış olan bir bireyin ilk ayaklanması izlenebiliyor. Yıllar boyunca öyle bir baskı kurulmuş ki çocuk üzerinde, rahibin eşinden güçlü hissetmesi onu korkutmuş. Antwone’ın kadın hakkında kafasında oluşturduğu “güç”ün yıkılmaya başlaması, onda tedirginlik uyandırmış. Filme devam ederken, psikiyatristin görüşmeleri sonlandırmak istediğini aktarıyor. Antwone, hayatı boyunca dinlenilmediği, ilgi görmediği için ona ilgi gösteren neredeyse ilk kişiden böyle bir dönüş aldığında daha çok agresifleşiyor ve sinirleniyor. Aslında bir bakıma yardım çığlıkları hissedilebiliyor o sırada.
Daha sonrasında bu tepkisine karşı, görüşmeleri tekrar sürdürdüklerinde çok daha acı detaylara iniliyor Antwone hakkında. Bir bar sahnesinde kadınlara ilgisini göstermediği için arkadaşıyla kavga eden Antwone, kendisini kodeste buluyor, psikiyatristimiz bu sırada yanına geliyor. Psikiyatristin derine inmeye zorlamasıyla öğreniliyor ki, üvey kuzeni tarafından şiddete ve cinsel istismara maruz kalmış daha çok küçükken. Yaşadığı bu istismar, Antwone’ın kendisini cinsel anlamda bastırmasına ve kadınlara karşı bir mesafe oluşturmasına neden olmuş. Filmin ilerleyen sahnelerinde, psikiyatristin ve Antwone’ın git gide yakınlaşmaları da gösteriliyor. Antwone artık psikiyatristin evine gidebiliyor ve şükran gününe davet alabiliyor. Şükran gününde, psikiyatriste yazdığı bir şiirde, Antwone’ın sanatsal yönüne de tanıklık ediliyor. Oldukça etkileyici mısraları var:
“Who will cry for the little boy?
The boy inside the man
Who will cry for the little boy?
Who knows well hurt and pain
Who will cry for the little boy?
He died again and again.”

“Kim ağlayacak küçük oğlan için? Adamın içindeki oğlana,
Kim ağlayacak küçük oğlan için? İncinmeyi ve acıyı iyi bilen, Kim ağlayacak küçük oğlan için? Tekrar ve tekrar ölen.”

.

Yazdığı şiirde en çarpıcı kısım, adamın içindeki oğlana olan gönderme olmuş. Antwone’ın agresif davranışlarını, güven problemleri ve ikili ilişkilerde sıkıntı çekmesinin sebebi, içindeki çocuğu koruyabilme dürtüsü olma ihtimali çok yüksek. Daha sonra, Antwone’ın filmdeki tutumunda gerçek annesini hiç bulmaya çalışmadığını ve istemediğini anlaşılıyor. Annesini asla affetmemiş, ama annesinin onu bulacağına olan inancını çocukken hep yüksek tutmuş, bu umudu zamanla kendisini de affetmemesine ve kendisine küsmesine de yol açmış olabilir. Travmalara mazur kalan, özellikle çocuklar, yaşadıkları şeyleri kendisi yüzünden yaşadıklarına inanma eğilimi gösterebilir ve sorun yetiştiği çevreden kaynaklı da olsa, ilk önce kendilerini affetmeme eğilimi gösterirler. Bundan dolayı psikiyatristi ise ona, ailesini arama teklifi öneriyor. Antwone, sevgilisiyle birlikte doğduğu yere geri dönüyor ve ailesini aramaya başlıyor. Bulamadığı için son çare olarak rahibin eşine de uğrayan Antwone, halasını ve annesini sonunda buluyor. Annesini ziyaret ettiğinde, güçlü bir duruşla kendi hayatını anlatıyor ve hesap soruyor. Ama sonunda onu affederek oradan ayrıldığı görülüyor. Yıllardır eksikliğini hissettiği “aile” kavramına da nihayet ki babasının çevresi sayesinde ulaşabiliyor, bu rahatça görülebiliyor. Filmin başta yaptığı krep göndermesi tam burada bize göz kırpıyor. Ailecek yenilen ilk yemekte, onca yemek arasında Antwone’ın tabağına, halası tarafından uzatılan ilk yemek, krep. Geçmişiyle yüzleşen Antwone, özgür olmak için affetmek zorunda olduğunu anlıyor. Önce kendisini ve daha sonra annesini affediyor filmin sonlarında. Bundan sonra filmde aktarılan üzere, Antwone’ın agresif tavırları azalmaya başlıyor ve daha mutlu bir hayata adım atıyor. Gerçek bir hayat öyküsü olan bu film, durağan ilerliyor gibi gözükse de, sizleri bir saniye bile ekrandan koparmıyor. Antwone’ın yaşadığı her acıya ve her mutluluğa ortak olma imkanınız var, empati duygunuzu çok yukarıya götürebilecek bir film olduğuna ve herkesin travmanın etkilerini daha iyi anlayabilmek için izlemesi gerektiğine inanıyorum.
Teşekkürler.
Elif Nur GÜRCAN

Yorumlar

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik