CİNSİYET İNŞASI
Türk toplumu da dahil birçok toplum, kadına ve erkeğe farklı anlamlar ve farklı görevler yüklüyor. Dünyaya gelecek olan bebeğin anne karnında cinsiyeti belli olmasından itibaren onun için belirlenen görevler ve davranış şekilleri ailenin ve toplumun algısında hazır konumdadır. Kadınlar, erkeklerden farklı bir toplumsal alana yerleştiriliyor. (Yuval-Davis, 1997, s.25) Kadın, toplumun içinde daha az söz sahibi olan, ev içine daha kapanık, daha duygusal, daha fedakâr ve başına gelenler için daha kabullenici şekilde yetiştirilirken, erkek toplumsal alanda daha aktif, duygularını belli etmesinin ayıp karşılandığı, daha başına buyruk bir şekilde yetiştiriliyor. Öyle ki özellikle Türk toplumuna ve iktidarına bakıldığında bile, kadın bedeni ve cinsiyeti hakkında rahat söylemleri ve yakıştırmaları görebiliyoruz. Kadınların çalışma ortamlarının evdeki işler olduğunu, kahkaha atmanın bile ayıp olduğunu, hamile bir kadının sokakta dolaşamayacağını ve kadınların sadece annelik yapması gerektiğini rahatça söyleyebilen bir iktidar bu. Sanıyorum ki, kadınlar toplumsal alanda gerçekten de büyük bir tehdit (!) oluşturuyor. Çünkü topluma göre “Çalışan bir kadın olma rolü ile anne olma rolü ‘doğal olarak’ çatışan rollerdir!” (Bora, t.y., s.5) Şu an içinde yaşadığımız ülkenin iktidarı da dahil olmak üzere kadınlar üzerinde serbestçe yakıştırmalar yapabiliyorken ve erkeklere de duygularını istedikleri gibi belli etmemek de dahil yapmak istemeyecekleri tonla iş yüklerken eşit bir ortamda büyüme ve olgunlaşma isteğimiz maalesef ki bazen ütopik bile kaçabiliyor.
Eğitimli ve eşitlikçi bir aileden gelen ve bu şekilde yetiştirilmiş bir çocuk, sokağa çıkıp toplumun algısını fark ettiğinde bir yıkıma uğruyor. Toplumun algısı elbette bir anda değişecek bir şey değil; zaman, eğitim, bilinçlendirme ve sosyal faaliyetler eyleme geçirilmesi gerekilen bazı uygulamalardır. Bir kadının ya da bir erkeğin cinsiyetlerinden önce gelen şey, o kişinin kişiliği olmalıdır. Toplumun cinsiyetler üzerinde yarattığı algı, bireyleri istemediği davranışları sergilemeye mecbur bırakıyor; bir kadını anne olmaya zorlayan toplum, bir erkeği ev işlerine ortak olunca aşağılıyor! 1993 yılında Altan’ın yaptığı bir araştırmada Türk toplumunun cinsiyetlere biçtiği olumlu özelliklere bakıldığında;
Kadınlar için beklenen olumlu özellikler: Duygusal, çekici, düzenli, etkileyici, fedakâr, görgülü, iyi huylu, kibar, terbiyeli, pratik, sabırlı, sevimli, sevecen, saygılı, sadık, tatlı dilli, itaatkâr, üretken, yumuşak, zarif iken, erkekler için beklenen olumlu özellikler ise: Atılgan, bağımsız, cesur, çevik, kavgacı, dayanıklı, sportif, güçlü, girişimci, hakkını savunabilen, hızlı, hırslı, kendine güvenen, kararlı, mert, mücadeleci, otoriter, onurlu, sert, soğukkanlı... (Dökmen, 2010, s.109)
Araştırmadan da görüldüğü üzere kadının sahip olması gereken (!) özelliklerle erkeğin sahip olması gereken(!) özellikler, birbirinin tam tersi durumunda. Toplum, cinsel farkı yıkmak yerine, inşa etmeye devam ederek en büyük kötülüğü yine kendine yapmaya devam ediyor. Elbette ki ayrımcılığa karşı durmak için birçok ideoloji ve eylemler gerçekleştirildi. Feminizm dalgaları dünyanın her tarafında yayıldığı gibi Türkiye’de de aktif oldu. İlk dalgasında sivil ve politik haklar için savaşan bireylerimiz, ikinci dalgasında töre kuralları, erkek egemenliği ve kendilerine uygulanan şiddet için savaştılar (Diner ve Tokaş, 2010, s.41). Toplum ve siyaset tarafından destek göremeseler de seslerini duyurmayı ve yapılan tüm ayrımcılıklara karşı olduklarını gösterdiler.
20. yüzyıldan 21. yüzyıla yine de değişen çok şey olsa da bu değişimi Türkiye’nin her yerine yaymak ve toplumun algısının tamamen değiştiğini söylemek imkansız. Doğu ve güneydoğu bölgesinde yapılan bir araştırmaya göre kadınlar eşlerinden izin almadan hastaneye gidememekte, erkek doktorlara muayene olamamakta, aile planlaması ve bunun gibi birçok sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamamaktadır. Bu bölgede yaşayan erkeklerin %60.2’si, “erkekler kadınlardan daha akıllıdır” ve %56.7’si “eşine itaat etmeyen kadını kocasının dövmeye hakkı vardır” yargısını onayladığı belirtilmektedir. (Kitiş ve Bilgici, 2007) Ülkemizin Doğu kesimlerinde yaşanan bu olaylar, Doğusu kadar belirli olmasa da Batısında da varlığını sürdürmekte. Öyle ki bir kadın topluma açık bir şekilde rahatça katledilebilmekte. Ya da bir erkek katledilirken katili ölmesini rahatça bekleyebilmekte. Erkek ve kadın rollerinin bu denli sıkı kaftanlarda dikilmiş olması, bireye mental ve fiziksel açıdan zarar verdiği yadsınamaz bir gerçek. Öyle ki bu rollerin gerekliliğini(!) yerine getirmek istemeyen ya da getirememiş olan bireyler, canlarına da kastetmektedirler. İşte tam bu durumda da intihar bireysel bir eylemden çıkıp, toplumsal bir katle dönüşüyor. Tüm bu yaşananlar toplumu yokuş aşağıya sürüklüyor olsa da, gerekli bilinçlendirme ve gerekli çalışmalarla elbette ki aşağıdan yukarıya bir adım attırabilir. Siyasetin ve toplumun dili değişirse, elbette ki uygulanışı ve aklı da değişebilir. Ama ben veya sen değil, kadın veya erkek değil, bir gün sadece biz olabildiğimizde. Dilimizden başlayarak yaşantı şekillerimizi ve sosyal çevremizi daha eşitlikçi, daha adaletli, daha anlayışlı, daha saygılı bir şekilde değiştirebilirsek eğer, buna kendi içimizden başlayarak ve daha sonra biz olarak yaparsak, bir çok şey elbette ki değişebilir.
Teşekkürler.
Elif Nur GÜRCAN
KAYNAKÇA VE İLHAMLARBora, A. (t.y.). Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Birimi: Seçbir. 1-14.
Diner Ç., Tokaş, Ş. (Mart 2010). Waves of feminism in Turkey: Kemalist, Islamist and Kurdish women’s movements in an era of globalization. Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 12(1), 41-57.
Direk, Z. (2018). Cinsel Farkın İnşası: Felsefi Bir Problem Olarak Cinsiyet. Metis Yayınları: İstanbul.
Dökmen, Z. Y. (2010). Toplumsal Cinsiyet: Sosyal Psikolojik Açıklamalar. Remzi Kitabevi: İstanbul.
Kahraman, S. D. (2010). Kadınların Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Yönelik Görüşlerinin Belirlenmesi. Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Görüşleri: Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi. 3 (1), 30-35.
Kitiş, Y., ve Bilgici, S. Ş. (2007). Bir aile içi şiddet olgusu: Sır tutma ilkesi ile şiddeti ihbar etme yükümlülüğü arasındaki etik ikilem. Aile ve Toplum. Eğitim-Kültür ve Araştırma Dergisi, 3 (11), 7-13.
Yuval-Davis, N. (1997). Cinsiyet ve Millet. İletişim Yayınları: İstanbul.
Yorumlar
Yorum Gönder