Ana içeriğe atla

BİREYLERİN TOPLUMSAL CİNSİYET ALGILARININ GELİŞMESİNDE AİLENİN ROLÜ- ZEYNEP ŞEVVAL BÜYÜKİZGİ


Bireylerin Toplumsal Cinsiyet Algılarının Gelişmesinde Ailenin Rolü

Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin acı şekilde gündemimize girdiği son günlerde toplumsal cinsiyet kavramını sık sık tartışır olduk. Pek çok akademisyen, toplumsal cinsiyetin kadına yönelik şiddet olgusuna etkisi olduğunu düşünüyor. Peki, nedir bu “toplumsal cinsiyet”?
Toplumsal cinsiyet kavramı, ilk defa 1955 yılında Money ve Hampson tarafından kaleme alınmış ve Johns Hopkins Hastanesi’nin bülteninde yayımlanan, hermafroditizm konulu bir makalede kullanılmış olup günümüzde altı doldurulmaya devam eden bir kavramdır. Cinsiyet gelişimini etkileyen biyolojik (nature) ve yetişmeye bağlı olan (nurture) etkenler vardır. Literatürde biyolojik cinsiyet, cinsiyet (sex) şeklinde tanımlanırken yetişmeye bağlı olan cinsiyet, toplumsal cinsiyet (gender) olarak geçer. Daha detaylı açıklamak gerekirse, bireylerin biyolojik olarak cinsiyet gelişimlerini belirleyen organlar (vajina, penis), hormonlar (östrojen, testosteron) ve diğer biyolojik farklılıklar cinsiyeti belirlerken, bireylerin yetiştikleri kültür, aile, coğrafya, dini yapı toplumsal cinsiyet rollerini belirler. Örneğin, bir vajinayla dünyaya gelmiş bireyler “kadın”, bir penisle dünyaya gelmiş bireyler “erkek” olarak tanımlanır. Bu bireylerin cinsiyetleridir. Ayrıca, normalin dışında dış genital yapıya sahip “interseks” bireyler de vardır. İnterseks tek bir çatı altında toplanabilen bir durum olmamakla birlikte, çift dış genital bölgeye sahip olma durumu olarak açıklanabilir. İntersekslerin durumu, tartışılmaya devam eden bir durumdur. Kimi bilim insanları ve tıp doktorları interseklerin ameliyat olarak kadın yahut erkek olarak hayatlarına devam etmelerinin daha sağlıklı olacağını savunurken, kimi bilim insanları ve tıp doktorları interseks bireylere yapılacak müdahalenin biyolojik ve psikolojik açıdan bireye zarar vereceğini savunmaktadırlar. Doğuştan getirdiğimiz, biyolojik olarak şekillenen cinsiyetlerimiz bu şekilde özetlenebilir. Ancak, cinsiyet algımızı yalnızca biyolojik cinsiyetlerimiz şekillendirmez. Her toplum, her kültür, her din “kadın” ve “erkek” kelimelerinin altını çeşitli tanımlarla, çeşitli haklarla ve çeşitli sorumluluklarla doldurur. Cinsiyetlerin altını dolduran kavramlar toplumsal cinsiyetle şekillenir. Toplumsal cinsiyet, birey dünyaya gelir gelmez, hatta daha dünyaya gelmeden, başlar. Doğacak kız bebeğe pembe elbiseler seçerken, erkek bebeğe mavi elbiseler seçmek tam olarak toplumsal cinsiyetin başladığı yerdir. Toplumsal cinsiyet biyolojik bir olgu değildir, doğuştan gelmez, zaman içerisinde şekillenir ve değişebilir. Toplumsal cinsiyet algısı bireyin yaşamı boyunca pek çok faktörden etkilenir ve gelişir. Bu faktörlerden bazıları aile, toplum, din, eğitimdir. Bu yazımda, toplumsal cinsiyet algısının gelişiminde ailenin rolünden bahsetmek istiyorum.
Aile, bireylerin eğitilmeye ve şekillenmeye başladığı ilk birliktir. Bilinçli ya da bilinç dışı, pek çok özelliğimizi, sosyal hayatta belirlediğimiz kuralları, etik değerlerimizi ailemizden alırız ve yaşadığımız topluluktaki pek çok normu ailemizin bize yansıtmasıyla benimseriz. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet algımızın şekillenmesinde ailemizin rolü oldukça büyüktür. Diğer pek çok algı gibi, toplumsal cinsiyet algısının da temelleri ailede atılır. Kısacası, ebeveynlerin toplumsal cinsiyet algıları, bireylerin toplumsal cinsiyet algısının gelişiminde çok önemlidir.
Tolan, ailenin toplumsal cinsiyet algısını nasıl şekillendirdiğini şöyle açıklar:
“Aile, bir yandan hem üretim ve tüketim, hem de türün devamı işlevini sürdürürken, diğer yandan da toplumsal değerleri ve buna bağlı olarak cinsel rolleri yeniden üretmektedir. Geleneksel ailede kız çocukları hem yetiştikleri, hem de gelin gidecekleri ailede ataerkil yapıya uyum sağlamak üzere yetiştirilmektedirler. Bu aile tipinde kız çocuğu, giderek genç kız ve kadın, yeniden üretim çerçevesinde ev içi işlerden sorumludur. Bu nedenle kız çocuk, küçük yaşlardan başlayarak evdeki kadınların yaptığı işlere yardım etmekte; onları taklit etmeye özendirilerek ve bunu gerçekleştirerek yeniden üretim sürecine girmektedir. Kız çocuklarının bu doğrultuda toplumsallaşmasını sağlayan en önemli öğelerden biri oyun ve oyuncaktır. Kız çocuğu bebek, minyatür mutfak eşyaları gibi oyuncaklarla, çok küçük yaşlardan başlayarak ev içi rollere ısındırılırken, erkek çocuk saldırganlık simgelerini barındıran silah, araba, uçak gibi oyuncaklara yönlendirilmektedir” (alıntılayan: Vatandaş, 2007, s.39)
Bununla birlikte ebeveynlerin özelliklerine baktığımızda, farklı yapıdaki ebeveynlerin çocuğun toplumsal cinsiyet algısının gelişimine farklı açıdan etki ettiğini söyleyebiliriz. Ebeveynlerin sosyokültürel ve sosyoekonomik yapıları aile içerisinde yetişen çocuğun toplumsal cinsiyet algısının gelişiminde önemli etkenlerdir. Günder ve Yıldız (2016)’ın yapmış oldukları çalışmada çocukların kadına ve erkeğe ilişkin kalıp yargısal görüş belirtmelerinde annelerinin ev hanımı olması, annelerin şiddete uğraması ve çocukların buna tanıklık etmesi, aile içi sorumlulukların geleneksel bir şekilde dağılması gibi faktörlerin etkili olduğu belirlenmiştir. Hem annesi hem de babası ev işlerinde sorumluluk alan çocukların babası sorumluluk almayan çocuklara göre ev içi sorumluluklar konusunda daha az kalıp yargısal oldukları, annenin çalışma durumunun genel olarak kadın ve erkeğe ilişkin kalıp yargıları etkilemediği belirlenmiştir. Baba baskısı olmayan, karşı cinsiyetten kardeşi olan ve kendisine karşı cinsiyete özgü oyuncak alınan çocukların oyun ve oyuncak tercihlerinde daha az kalıp yargısal tercihlerde bulundukları belirlenmiştir. (s.424)
Sonuç olarak, yapılan araştırmaları incelediğimizde, toplumsal cinsiyet algısının aile içerisinde önemli ölçüde etkilendiğini görüyoruz. Aynı şekilde, toplumsal cinsiyetin kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerini de etkilediği aşikar. Yani, aileden başlıyoruz ve aileye dönüyoruz. Bu durumun, ailenin toplumsal olaylar açısından oldukça etkili olduğunu vurguladığını düşünüyorum. Bu sebeple, aile kuracak bireylerin ve ebeveynlerin toplumsal cinsiyet konusunda eğitiminin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Teşekkürler.
Zeynep Şevval BÜYÜKİZGİ 

KAYNAKÇA

YAĞAN GÜDER, S. GÜLER YILDIZ, T. (2016). Okul Öncesi Dönemdeki Çocukların Toplumsal Cinsiyet Algılarında Ailenin Rolü. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 31(2). ss.424-446
VATANDAŞ, C. (2007). Toplumsal Cinsiyet Ve Cinsiyet Rollerinin Algılanışı. Sosyoloji Konferansları, (35), ss.29-56

Yorumlar

Yorum Gönder

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik