Ana içeriğe atla

RESİMLERİ GIMILDATAN ADAM: AHMET ULUÇAY- RABİA ARI


RESİMLERİ GIMILTADAN ADAM: AHMET ULUÇAY

‘’İçimde büyüttüğüm, beslediğim, yaşattığım hiçbir şey dış hayatla örtüşmüyor. İçimde başka bir iklimde yaşayıp durmanın hüznünü sürekli duyup duracağım." Böyle söylüyor Ahmet Uluçay... Bu örtüşmeyen şey’in peşinde bir ömür kendini arıyor ve yapabilirliğini hissettiği andan itibaren bu özelliğini sanatsal olana yönlendiriyor.
İnsan hiç kuşkusuz hayatta kalabilmek için, doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısının altında yaratıcılığını doğayla başa çıkma yöntemleri üzerine kurar. Bu hayat kurmacası içinde kendinin sınırlayıcı baskıcılığı karşısında yaptığı yegane şey ise: Sanat... Sanat insanın yaratıcılığını kullandığı, kendini yeniden inşa etmek ve bir ömür yaptığı yaşam yolculuğunda var olma çabasıdır. Bu var olma çabası içinde kendini gerçekleştirme arzusu ile sınırlarını aşma motivasyonu vardır. ‘’Bireyin yaşamının amacı kendi tedavisidir yani kendi eksikliklerini tamamlamak,çatışmaları çözümlemek ve zedelenmişliklerinin ıstırabını azaltmaktır. Bunu başarmak, dünyayı yeniden ve merkezinde kendisi olmak kaydıyla kendi dünyasını tamam etmektir. Yaratıcılık dediğimiz, hiç bitmeyecek yani hiçbir zaman ufkuna ulaşılamayacak eylem de budur: dünyayı tamam etme eylemi...’ Bu eylemi besleyen, kişinin yaratıcılığını yönlendiren zihinsel malzemeler ise; imge, hayal gücü, algı, bellek ve imgelemdir.
Kendini gerçekleştirmeye dönük sanatsal alanın kullanılmasına en çarpıcı örneklerden biri Ahmet Uluçay’dır. Bir sinemacı Ahmet Uluçay... Kütahya’nın Tepecik Köyü’nde dünyaya gelen Uluçay’ın sinema macerası küçük bir çocukken başlar. Bir gün köye gelen bir grup, köy okulundaki öğrencileri bir sınıfa doldurur. Işıkları kapattıktan sonra duvara yansıttıkları şeyle birlikte cansız düz duvarda bir anda hareketler görülecektir. Duvardaki bir dörtgende insanlar sağa sola koşuşturur, konuşur, bağırır, çağırır, kavga ederler... Işıklar tekrar açıldığında cansız duvar tekrar beliriverir. Ahmet Uluçay bu anısını anlatırken ‘dünyam altüst oluverdi’ der. Bu olaydan sonra istediği şeyi şekillendirir kafasında. Sanatçının damarlarına nüfus etmiş kendine has delilikle bir Keloğlan masalı yazmaya başlar. Kendisi de kabullenir bu Keloğlanlığını: Ben bir Keloğlan’ım. Bilirsiniz, Keloğlan başında kalan tek tel saçtan başka yeryüzünde hiçbir şey bulunmadığına aldırmaksızın gider padişahın kızına aşık olur. Bu aklıevvel oğlunun akıldışı hareketini gören anacığı kızar Keloğlan’a. O baldırı çıplaklığıyla padişahın kızına aşık olmasını kafasına kakar habire. Ama yılmaz Keloğlan. Sonunda muradına erer ve padişahın kızıyla evlenir. İşte ben de ilk görüşte aşık oldum padişahın kızına ve gördünüz gibi onunla evlendim.’ Gerçekten de ancak masallara özgü durumdur Ahmet Uluçay’ın yaşadıkları. Kafaya koyar sinemacılığı. Evvelinde ünlü ressamların tablolarını tekrardan yapan Uluçay köy efradı tarafından garipsenir. Tüm garipliğiyle Ahmet Uluçay resimleri hareketlendiren bir makine yapmak ister. Benzer özelliklere sahip köyden arkadaşı İsmail Mutlu ile bir makine yaparlar. Ahmet Uluçay’ın ‘Karpuz kabuğundan gemiler yapmak’ filminde, yarı biyografik olarak anlattığı bu sinema tutkusuyla haşır neşir iki çocuk vardır. Söylenir durur filmindeki Recep: Bi de gımıldayıvesele şu resimler...’ diye. Gımıltadır resimleri. Gölgelerden masalları yakalar, geceleri köyün sokaklarında ini cini top oynatır, perilerle şeytanlar el ele vererek iç içe yaşarlar buralarda. Uluçay sineması minimal anlatıma sahip 11 kısa filmle hayat bulur. İnsan psikolojisini de yerinde yansıtan bu filmlerde bir röportajında dile getirdiği üzre hayata dahil olmaktaki uyumsuzluğu, bir tür kekemeliği, neredeyse patolojik- travmatik bir düzlemde ele alıyor ve mistik olana da göndermede bulunur.
Her türlü maddi imkansızlığa rağmen sinema özelinde sanat aşkından vazgeçmeyen Uluçay, 2009 yılında aramızdan ayrılmadan evvel geride birçok kısa film ve belgeselle birlikte bir uzun metraj çalışma, azı bitmiş çoğu kalmış bir proje (Bozkırda Deniz Kabuğu), onlarca hikaye ve gerçelekleştirilecek bir film bıraktı. Resim yaparken gımıldatmayı düşündüğü resimleri gımıltarak aramızdan bir Don kişot geçiverdi...
Teşekkürler. 
Rabia ARI

Yorumlar

  1. harika...tesekkurler! saygiyla anıyoruz..

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Muhteşem olmuş elinize sağlık bence bir kitap ön sözü olabilir

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik