Ana içeriğe atla

PARKİNSON HASTALIĞI- ZEYNEP ŞEVVAL BÜYÜKİZGİ



PARKİNSON HASTALIĞI

Parkinson Hastalığı, 1817’de James Parkinson tarafından tanımlanan ve açıklanan nörodejeneratif bir hastalıktır. TÜBİTAK’ın tanımlamasına göre nörodejeneratif hastalıklar, sinir hücrelerinin ilerleyici kaybı ile giden ve bu kayba bağlı olarak sinir sistemi fonksiyonlarının yitimine neden olan bir grup hastalıktır. Bu hastalıklardan en sık görüleni Alzheimer hastalığıdır. Parkinson hastalığı ikinci sıklıkta görülmektedir. Jankovic (2013), Parkinson Hastalığı’nı parkinsonizmin idiyopatik bir çeşidi olarak tanımlamıştır. Parkinsonizm; motor hareketlerde bozulma, uykuda titreme, rijidite, bradikinezi ve, yürüyüş ve duruş bozukluklarını ifade etmektedir.” (s.3) Parkinson hastalarının en yaygın şikayeti vücutta istemsiz gerçekleşen titremelerdir. Halk arasında da Parkinson, en çok bu istemsiz titremelerle bilinir.
Parkinson Hastalığı’nın çeşitli sebepleri ve tetikleyicileri vardır. Biyolojik ve çevresel faktörler diğer pek çok nörodejeneratif hastalıkta olduğu gibi Parkinson’da da etkilidir. Yapılan araştırmalarda biyolojik ve çevresel faktörlerin etkisini destekleyen bulgular elde edilmiştir. Kasten (2007), makalesinde kalıtım, enfeksiyon, zehirlenme ve belirli genlerin Parkinson hastalarında tanımlandığını belirtmiştir. (s. 129)
Hastalığın epidemiyolojisine bakılacak olursa, Parkinson Hastalığı çok sık görülen bir hastalık olmamakla birlikte, hastalığın görüldüğü yaş skalası daha çok toplumun yaşça yüksek kesimini yansıtmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, Parkinson Hastalığı’nın toplumda görülme oranı ve yaş aralığı klinik bulgulara göre tespit edilmektedir. Yani, Parkinson hastası olmasına rağmen teşhiş almamış, bir sağlık kuruluşuna başvurmamış, klinik olarak tespit edilmemiş hastalar da olabilir fakat bu hastalar tespit edilememiş olmaları nedeniyle araştırma sonuçlarına etki edememektedirler.
Kasten (2007)’in araştırmasındaki bulgulardan elde edilen bilgilerle, hastalığın popülasyondaki dağılımı incelenebilir. Öncelikle, Parkinson Hastalığı’nın dağılımında yaş oldukça belirleyici bir faktördür. 50 yaş öncesinde hastalığın görülme sıklığı nadirken, 50 yaş ve üzerinde bu oran artmaktadır. Ayrıca, cinsiyet de hastalığın dağılımında farklılıkların gözlemlenebileceği bir faktördür. Parkinson Hastalığı, erkekler arasında kadınlara göre daha yaygındır. Parkinson teşhisinin görülme sıklığı erkeklerde kadınlara göre iki kat daha fazladır. Irk ve etnik köken, hastalığın görülme sıklığında çeşitlilik gösteren bir diğer faktördür. Kuzey Kaliforniya’da yapılan araştırmada, popülasyonda en sık teşhis alan ırk İspanyollar iken, en nadir teşhis alan ırk siyahilerdir. (ss. 131-133)
Hastalığın teşhis ve tedavisi sağlık personelleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Nörologlar ve Nöropsikologlar; Parkinson Hastalığı’nın teşhis, tedavi ve araştırılmasında önemli rol oynamaktadırlar, ve işbirliği içinde çalışmaktadırlar.
Hastalığın tedavisinde ilaç tedavisi ya da cerrahi tedavi yöntemleri tercih edilebilir ancak birçok hastalıkta olduğu gibi Parkinson’da da ilaç tedavisi, cerrahi tedaviye göre daha öncelikli ve yaygındır. İlaç tedavisinde levodopa (L-Dopa), dopamin agonistleri ve MAO-B inhibitörleri kullanılmaktadır. Kullanılan ilaçlara bakılacak olursa, ortak özelliklerinin beyinde dopamin etkisini artırmak olduğu gözlemlenebilir. Çakmur (2011)’a göre, bugün halen PH (Parkinson Hastalığı) tedavisinde en etkili ve altın standart kabul edilen ilaç levodopa’dır. Bununla birlikte levodopa’nın hastanın yaşam kalitesini bozan motor komplikasyonlara (motor dalgalanmalar ve diskineziler) zemin hazırladığı ve zaman içerisinde etkinliğinin giderek azaldığı bilinmektedir. Bugün için PH tedavisinde ideal bir ilacın varlığından söz etmek mümkün gözükmemektedir. (ss. 53-54) İlaç tedavisinin etkisini yitirmesi yahut yeterli gelmemesi durumunda hekimler, cerrahi tedavi yöntemlerini önerebilmektedirler.


Teşekkürler.

Zeynep Şevval BÜYÜKİZGİ
KAYNAKÇA

ÇAKMUR, R. (2011). Parkinson Hastalığı ve Medikal TedavisiKlinik Gelişim Dergisi, 53-58.
JANKOVIC, J. (2013). Parkinson’s Disease: Diagnosis, Motor Sympthoms and Non-Motor Features. Future Medicine: London
KASTEN,M. CHADE,A. TANNER, C. (2007). Epidemiology of Parkinson’s Disease. Handbook of Clinical Neurology, Vol. 83. 129-151

Yorumlar

Yorum Gönder

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik