Ana içeriğe atla

SÜRPRİZ! DR. AYŞE KAYA İLE "SANAT TERAPİSİ" ÜZERİNE RÖPORTAJ- ZEYNEP ŞEVVAL BÜYÜKİZGİ



Ayşe Kaya Göktepe ile Sanat Terapisi

Değerli Psikolog Öğretim Görevlisi Ayşe Kaya Göktepe ile çok keyifli bir röportaj yaptık. Umarım keyifle okursunuz...

Öncelikle Ayşe Kaya Göktepe’den bahsetmek istiyorum. 2011 yılında Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü’nden fakülte ikinciliği derecesiyle mezun olmuştur. Ayrıca Ekonomi bölümünü de yan dal (minor) olarak tamamlamıştır. Lisans tez çalışmasını “The Relationship between Depression and Religiosity: An Empirical Research on Turkish Adolescents who are in the Last Grade in High School” konusunda yazmıştır. 2011-2013 yılları arasında danışmanlık merkezi, rehabilitasyon merkezi ve etüt merkezi olmak üzere üç farklı kurumda psikolog olarak çalışmıştır. 2013 ve 2016 yılları arasında Üsküdar Üniversitesi & NPİstanbul Beyin Hastanesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. Klinik hastalar üzerinde yapılan çalışmaların yanı sıra çeşitli psikososyal projelerde görev alarak araştırma çalışmalarına katılmıştır. 2014 yılı güz döneminde “Dışavurumcu Sanat Terapinin Üniversite Öğrencilerinde Akış Durumu ve Psikolojik İyi Oluş Üzerindeki Etkisi” konulu uzmanlık tezini yazarak Üsküdar Üniversitesi SBE Klinik Psikoloji ana bilim dalından mezun olmuş ve Uzman Klinik Psikolog ünvanını almaya hak kazanmıştır. 2018 yılında Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı Din Psikolojisi Bilim Dalı doktora programından mezun olmuştur. Ayşe Kaya Göktepe, hâlen farklı internet sitelerinde ve dergilerde psikoloji içerikli köşe yazarlığı yapmaktadır. Ayrıca çeşitli proje çalışmalarına devam etmekte olup, seminer ve kitap çalışmalarını sürdürmektedir.
Şu an İstanbul Şehir Üniversitesi’nde tam zamanlı öğretim görevlisi olan Dr. Ayşe KAYA GÖKTEPE, Bursa doğumlu olup evli ve bir çocuk sahibidir.

1)Öncelikle sanat terapi üzerine çalışmayı seçme yolculuğunuzdan bahseder misiniz? Mesela bu alandaki tez çalışmanızı kitaplaştırdınız..
Bu çalışmanın hikâyesi sanatın benliğime huzur ışıklarını saçmasıyla başladı. Lise yıllarımda yazdığım deneme ve şiirler, hüsn-i hat sanatı ile iştigal etmem, çocukluktan bu yana bitmek bilmeyen müzik merakım, üniversite yıllarında ebru sanatıyla tanışmam derken sanatın uçsuz bucaksız sanat deryası “SANAT TERAPİ” kavramıyla tanışmama vesile oldu. 2011 yılında Psikoloji ana bilim dalından mezun olup, Türkiye’ye döndüğümde müziğin ruhumda bıraktığı sessiz kelimeleri dile getirmek için bir yol olmalı diye aramaya başladım. Üniversite yıllarında amatörce yaptığım ney icrasını eğitim alarak düzeltmek istedim. Konservatuarda Türk Sanat Müziği alanında eğitim almaya başladım. Diğer yandan ney ve keman derslerine devam ediyordum. Müziğin yanı sıra diğer sanat dallarının da tedavi edici bir yönü olduğunu düşündüğüm için araştırmalara devam ettim ve klinik psikoloji uzmanlık tezimi sanat terapisi hakkında yazmaya karar verdim. İşte bu kitabın serüveni böyle başladı. Görsel sanatlarla terapi, müzik terapi, dans hareket terapisi, fotoğrafla terapi, bibliyoterapi gibi pek çok sanat dalı aracılığıyla sanat terapi seansları kurgulanabileceğini farklı kaynaklarda araştırmaya başladım. “Anlatılmaz yaşanır” mottosu diline pelesenk olmuş bir kültürün evlatları olarak bizlerin, sözsüz iletişim aracı olan sanat aracılığıyla organize edilmiş bir terapi programından faydalanabileceğini düşündüm. Bu faydayı değerlendirmek adına önce kendim pek çok deneyim atölyesine katıldım. Kendi süreçlerimi deneyimlerken ruhumda ifade bulan sessiz kelimelerin sanat aracılığıyla nasıl dışa çıktığını, bunlar hakkında nasıl farkındalık kazandığımı bizzat deneyimledim.
Yüksek lisans tez çalışmamı yürüttüğüm yıllarda Türkçe yazılı kaynaklar bir elin parmağını geçmeyecek kadar az sayıda olduğu için genellikle yabancı kaynaklardan faydalandım. Doktora tezimi de müzik terapi üzerine yazdım inşallah pek yakında o da kitap olarak basılacak…
2) “Sanat Terapisi Nedir?” Sanat Terapisi’ni tanımlar mısınız?
Amerikan Sanat Terapi Topluluğu sanat terapiyi şöyle tanımlar: “Sanat terapi, danışanın duygularını dışa vurması, duygusal çatışmalarını çözümlemesi, farkındalığını güçlendirmesi, davranışlarını ve bağımlılıklarını yönetmesi ve sosyal becerilerini geliştirmesi için sanat terapistinin sanatı, yaratıcı süreçleri ve ortaya çıkan sanat çalışmasını kullanarak düzenlenen ruh sağlığı uzmanlık alanıdır. Sanat terapi, duygu ve düşüncelerin sözsüz iletişim kurma formu olan sanatı, yaratma süreci içinde kullanarak hayatı zenginleştirmeyi amaçlayan tedavi sürecidir.”
Dışavurumcu sanat terapide dört önemli nokta vardır.İlki danışanın yapılan çalışmaya ilgi duymasıdır. İkinci olarak kişiye özel sanatsal aktivitelerin seçilip düzenlenmesi gerekir. Bir diğer ifadeyle birey merkezli bir program yapılması istenir. Üçüncü madde ise kişinin içinde bulunduğu yaratıcı sürecin seyriyle ‘anlam’ı bulmasına yardım edilmesidir. Dördüncü ve son madde ise danışanın resim yapma tecrübesini terapistle paylaşmasını kolaylaştırmaktır. 14 Bir diğer manada, terapist ile danışanın rahat paylaşımda bulunabilecekleri terapötik uyumun olması şarttır.
3) Sanat Terapisi tüm sanatlar dahilinde uygulanabilir mi? Örneğin görsel sanatlar gibi; müzik, heykelcilik gibi sanatlar da Sanat Terapisi kapsamında uygulanabilir mi?
Elbette. Sanat terapi türlerine baktığımızda;
Sanat terapileri altı grupta incelenir:
1.Görsel sanatlarla terapi
2.Müzik Terapi
3.Dans hareket terapisi
4.Film Terapi
5.Yaratıcı yazı ve şiir terapi, biblioterapi
6.Fotoğrafla terapi
Olduğunu görüyoruz. Ülkemizdeki uygulamalara baktığımızda seramik, ebru gibi bize özgü sanat dallarının da sanat terapi seanslarında kullanıldığını görmek mümkün..
4) Sanat Terapisi’ni kimler uygulayabilir?
Psikologlar, psikolojik danışmanlar, psikiyatristler, sosyal hizmet çalışanları, hatta doktorlar bile sanat terapiyi dışavurum yolu olarak kullanırlar.
Terapist İngilizce tabirle ‘wounded healer’ yani yaralı bir şifacıdır. Sanat terapisti de kendisi büyük problemler veya birtakım problemler yaşamış ve bu problemleriyle barışmış kişidir. Kendisi problemlerle barışmayı öğrendiği için bu yaratıcı yolları danışanın sanatsal malzeme aracılığıyla kendi süreci içinde deneyimlemesini sağlar. Terapist öğretmen değil, doğru soruları sorarak kişinin dışavurum sürecinde yanında ilerleyen destekçidir. Danışanla aynı noktada başlar ve onun yoluna ışık tutar. Örneğin otistik bir bireyle çalışan terapist, danışan odaya girdiğinde dönmeye başlıyorsa ona dur demez, kendisi de onunla dönmeye başlar. Önemli olan danışanın sembolik dünyasını anlayabilmek, onun doğruları ve yanlışlarıyla dışavurum sürecini deneyimlemesine olanak sağlamaktır.
5) Sanat Terapisi kimlere uygulanabilir? her türlü bozukluk için uygun mudur?
Sanat terapi; gelişim geriliği, öğrenme bozuklukları, kaygı bozuklukları, yeme bozuklukları, kişilik bozuklukları, depresyon, nörolojik bozukluklar, travma sonrası stres bozukluğu gibi pek çok hastalık grubunda kullanılır. Ayrıca ağrı kontrolü ve hamilelikte stres azaltma gibi konularda da medikal sanat terapiye başvurulduğu çalışmalara rastlamaktayız. Ancak sanat terapinin pek çok teorik arka plandan beslenen melez bir alan olması sebebiyle “destekleyici bir terapi modeli” olarak kabul edildiğinin altını çizmek de önemlidir.
Sanat terapi psikoterapötik çerçevede uygulandığında zihinsel ve duygusal değişim ve ego işlevlerinde düzelmeyi hedefler. Medikal çerçevede uygulandığında biyolojik odaklıdır. Örneğin; hamilelikte terapi sonucu stresi azalan birey, hormon dengelerinde oluşan düzensizliğe müdahalede bulunarak biyolojik bir bozukluğu düzeltme şansı elde edecektir.
Sanat terapide hastalık kavramı ‘psikodrama’da ele alındığı gibi bireyin yaşamsal rollerinden birine sıkışmasıdır. İyileşme, bir yönüyle kişinin rol repertuvarını da geliştirmesine bağlıdır. Örneğin depresyonda olan birey, omuzları düşük bir postüre sahiptir, dans hareket terapisiyle vücudunu harekete geçirme imkânı elde ederek hareket repertuvarını genişletir. Böylelikle yeni bir postür elde eder. Yeni postür sonucunda zihin-beden bütünlüğü ilkesinden yola çıkarak duygularda da pozitif bir değişim görülecektir.Bu değişimle hayatta sahip olduğu rollerde farklı bir pozisyona geçme şansı elde ederek yani bir bakış açısıyla ilişkilerini yeniden değerlendirme olanağına sahip olacaktır.
6) Sanat Terapisi’nin salt sanattan farklı nedir? 
“Sanat, eski çağlardan günümüze dek insanoğlunun gerçekleştirdiği ürünlerin, doğanın ürünlerine oranla belirlenmesini sağlayan teknik ustalık (tekhne) ile duyular aracılığıyla algıladığımız nesneleri bir beğeni yargısına göre seçip sıralamaya yönelen özel duygu arasındaki ayrımlaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.” Sanatın ortaya çıkması için biçem ya da bir diğer ifadeyle sanatçının doğada bulunan üründen farklı olarak kendi bakış açısıyla bir eser ortaya koymasıdır. Sanatçı ürün ortaya koyarken yaratıcılık süreçleri rol oynar. Bir ürünün sanat eseri olması için o eserin özgün (originality) ve tek, biricik (unique) olması şarttır. Sanatçının eseri ortaya koymasında rol oynayan biçemi bu iki unsur belirler. Ancak Sanatla terapi; içerisinde bir yönerge bulunan, anlamlı ve amaçlı aktivitelerden oluşan, tedavi amaçlı düzenlenmiş, çerçevesi belli olan bir süreçtir. Eğlenceli (rekreasyonel) sanatlar; eğlence ve dinlenme amaçlı iyileştirici (healing) müzik ve seslerle uyumun geri kazanılmasını kapsar. Sanat eseri üretim sürecinde estetik kaygı güdülürken, sanat terapi bu kaygıyı elimine eder. Sanat terapisinde sanat eseri üretmek bir amaç değil, yalnızca bir araçtır.
7) Sanat terapisi diğer terapi ekollerinden nasıl ayrılır?
Kuramların odaklandığı zaman dilimine göre değerlendirdiğimizde; Psikanaliz, tedavi planlamasını yaparken odaklandığı nokta “geçmiş” dönemde erken çocukluk yaşantılarına odaklanırken; davranışçı ekol, gestalt ekolü, bilişsel ekol gibi yaklaşımlara gelinliğinde terapistin zamansal odağı 'şimdi ve burada'dır. Dışavurumcu sanat terapinin de benzer şekilde odak noktası ‘şimdi ve burada’dır. Kişinin geçmişte yaşadığı ancak farkında olmadığı ya da günlük yaşantısında ona zorluk yaratan durumlara şimdi ve burada var olarak estetik mesafeden bakar.
"Kişilik kavramını inceleyiş biçimine göre" ekollere bakıldığında; Psikanalitik yaklaşım id, ego ve süper ego olarak kişiliği üçlü çerçevede değerlendirir. İdin doyurulması gereken hazları (yemek, cinsellik vb.) giderilmezse vücutta gerilim oluşur, süper ego vicdandır ve yargılayan makamdır. Ego ise süper ego ve idin arasındaki gerilimi savunma mekanizmaları aracılığıyla dengeler. Psikodinamik yaklaşıma gelindiğinde ego biraz da¬ha ön plandadır. Kişinin tecrübe ettikleri, erken dönem yaşantıları, egosunun oluşumunda önemli bir role sahiptir. Davranışçı ekole geldiğimizde kişilik gibi bir sübjektif kavramın yerine objektif ‘tabula rasa’ kavramı kullanılır. İnsanlar zihinleri bomboş olarak doğarlar, çevresel koşullanmalar ile öğrenirler ve bu şekilde kişilikleri oluşur.
Gestalt ekolüne bakıldığında beş ilke çerçevesinde algıyı değerlendirir. Bu beş ilke sırasıyla şekil-zemin ilişkisi, yakın ilkesi, tamamlama ilkesi, benzerlik ilkesi, süreklilik ilkesidir. 'Algıda seçicilik’ kuramına göre, dikkatin yoğunlaştığı obje şekil, diğer yüzeyler zemindir. Şekil ve zemin mutlak kavramlar değildir, dikkatin yoğunlaştığı noktaya göre şekil ve zemin değişir. Kişilik kavramını şekil-zemin ilişkisine göre değerlendirirsek... Kişinin anıları, zemini; şu anda onlara bakış açısı ve dikkatini yoğunlaştırdığı olaylar ise şekilleri oluşturur. Sanat terapi Gestalt ekolünün tekniklerinden faydalanır, kişiyi yoğunlaştığı şekilden zemine çekerek başka bir perspektiften bakmasını sağlar. Varoluşçu ekole göre kişilik ego bağlamında değerlendirilir. Kişi açık ve spontane, farkındalık ve sorumluluk sahibi, uyum sağlayan birisi olarak ‘otantizmi’ biricik olmayı yakalar. Hayatta aradığı anlama ulaşmak için varoluş kaygısı ile başa çıkar.
Bilişsel ekolde ise kişinin geçmiş yaşantıları, travmalardan çok kişinin olaylar karşısında sahip olduğu duygu-düşünce-davranış döngüsü önemlidir. Bu ekole göre kişinin olaylar karşısında sahip olduğu düşüncelere bağlı olarak duyguların oluştuğunu ve bu duygulara göre kişinin bir davranış gösterdiğini irdeler.
Sanat terapiye bakıldığında biraz Gestalt ekolüne benzer, biraz da psikodinamik ekolden esinlenerek kişinin bir dış gerçekliği olduğu savunulur. Kişinin yaşadığı olaylar bir zemindir ama kişinin aklında yalnızca bazı olaylar yer eder. Olaylar zemininde belli şekillere odaklanır. Psikodinamik bakış açısından Winnicott’a göre kişinin üçüncü alanı vardır. Bebek annesinden ayrışır. Üçüncü alan, anne-bebek arasında olu¬şan geçiş alanıdır.Bebek annesini tanır, o artık bir bağlanma nesnesidir ama aynı zamanda annesi bebeğine özerklik hakkı tanımalıdır. Özerklik hakkı tanıdığı ve bebeğin kendi başına özerklik ve bağlanma paradoksunu çözdüğü alan ‘üçüncü alan-geçiş alanı’dır. Çocuk bu alanda oyunlarını kurar. Böylelikle Winnicott gerçekliğe üçüncü bir boyut kazandırarak iç gerçeklik, dış gerçeklik ve üçüncü alan olmak üzere gerçeklik algısı hakkında üçlü bir sınıflandırma yapmıştır. Üçüncü alan, kişinin sübjektif gerçeklik algısıdır. Olaylar zincirinde kişinin odaklandığı bir olaydır, o olaya bakış öznel bakış açısıdır.Sanat terapi güvenli alan oluşturarak kişinin anneden ayrıştığı o duygusal yoğunluğa regrese olması için zemin hazırlar. Böylelikle kişi kendi oluşturduğu üçüncü alanın içinde, boğulduğu travmaya estetik mesafeden bakarak dışsal objektif gerçekliğe ulaşmaya çalışır, duygusal katarsis yaşar.
Davranışın Temelini işleyişi bakımından ekolleri incelediğimizde; Psikanaliz, davranışların temel motivasyonunu haz ilkesine bağlar.Kişilerin haz merkezli yaşadıklarını, idden gelen hazlarını doyuramadıklarında vücutlarında gerilim oluştuğunu, bunun da nevroza sebep olduğunu ileri sürer.Kişilerin libido/ cinsel enerji ile davranışlarını düzenlediğini, hazlarını doyuramadıklarında hasta olduklarını ileri sürer.
Psikodinamik ekole gelindiğinde davranışların tek motivasyon nedeni libido değildir.Davranışların temelinde nesne ilişkileri, bağlanma stilleri ve kendilik gibi kavramlar yer alır. Nesne ilişkileri 0-1 yaş aralığına tekabül eden psikoseksüel gelişim evrelerinden oral gelişim dönemine tekabül eder. Bu devrede çocuğun en temel ihtiyacı fizyolojik ihtiyaçlarının giderilmesidir, her şeyi ağzına götürerek anlar ve öğrenir. Klein’e göre annesi tarafından düzenli şekilde emzirilmeyen çocuk, kötü meme olarak kafasında kurgular ve bunu tüm diğer nesnelere geneller. Bu devrede güvensiz hisseden çocuk, buna bağlı olarak Bowlby’nin bağlanma sitillerinden kaçıngan ya da kaygılı bağlanma tiplerinden birisine sahip olacaktır. Davranışları erken çocukluk yaşantısıyla ortaya çıkan nesne ilişkileri ve bağlanma tipleri belirleyecektir.
Davranışçı ekole baktığımızda kişinin davranışlarını ödül, ceza ve pekiştireçler belirler. Kişiler, ödül aldığı ya da pozitif pekiştireçler ile pekiştirilen davranışlarını tekrarlamaya ve davranış kalıbı olarak benimsemeye meyillidir. Ceza alınan davranışları terk etmeye meyillidir.
Gestalt ekolünde ise davranışları şekil ve zemin ilişkisi ve roller belirler. Kişinin hayatı bir zemin içinde algı alanına giren olaylar ise şekillerdir. Kişiler sübjektif algıları dâhilinde olan olaylara karşı roller ve davranışlar geliştirirler.Varoluş¬sal yaklaşıma göre davranışları motive eden ölüm korkusudur. Kişi ölüm korkusuna karşılık taşıdığı varoluşsal kaygısı ile anlamı bulmaya yönelik davranışlar gerçekleştirir.
Bilişsel yaklaşıma göre, kişiler yaşadıkları olaylarda bakış açılarına ve ara inançlarına göre bir düşünce sahibi olur, bu düşünceyle bağlantılı olarak bir duygu yaşar ve buna karşı bir tepki gösterir. Örneğin, kantinde sıra bekleyen bir öğrenci, önüne birisi geçtiği zaman kendini engellenmiş olarak düşünüp öfke hisseder, bunun üzerine önüne geçen kişiye bağırabilir. Bir diğer taraftan karşısındaki kişinin açıklaması olduğu düşüncesi de uyanabilir ve kişi öfkelenmez. Önüne geçen kişiye açıklama yapması için soru sorar, cevabını dinledikten sonra buna göre bir davranışta bulunur. Sanat terapide ise davranışları motive eden yaratıcılıktır.
Yaratıcılık yeni bir ürün ortaya koymayı getireceği için cesaret gerektirir. Ancak sanat terapide yer alan yaratıcılık, kişide sanatsal estetik kaygı uyandırmadan, olduğu gibi içindekileri dışa vurmayı içeren bir yaratıcılık türüdür. Sanat terapi, kişinin içindekileri olduğu gibi dışa vurmasını, subjektif dışavurumu bir yaratıcılık olarak ele alır. Kişinin ortaya koyduğu ürün, terapi esnasında sergilediği davranışlar, mimikler, hepsi sembolik bir anlam taşır. Bu yönüyle sanat terapi, psikanalitik kuramlardan beslenir. Aslında tüm bu kuramlar birbirinden bağımsız değildir, hepsi bir diğerine eklenerek gelişim göstermiştir. Ayrıldıkları noktalar olduğu kadar benzeştikleri noktalar da vardır. Kuramlar hakkında bilgi sahibi olup doğru tekniği doğru zamanda ihtiyaca binaen kullanmak, terapistin becerisine kalmıştır.
8) Sanat başlı başına bir bilim olmamasına rağmen Sanat Terapisi’nin bilimsel kaynaklı olduğunu biliyoruz. Terapinin bilimselleşme sürecinden bahsedebilir misiniz?
Antik Yunan filozoflarından Aristo, zanaat ve sanat kavramını tek bir kavram olarak ele alır. Ona göre sanat; insana bir yaratış ortaya koymasını sağlayabilen, doğru akıl yürütmeye dayanan bir kabiliyettir. Orta Çağ’da sanat ve bilgi arasındaki ilişkiye dayanarak sanat iki alanda değerlendirilmiştir. Birinci alan ‘serbest sanatlar’ denilen aritmetik, geometri, astronomi ve müzik gibi sanatları içerir. İkinci alan derin bilgilere ihtiyaç duyulmayan ‘el sanatları’dır. Sonrasında bu ayrım güzel sanatlar (resim, heykel, seramik) ve zihinsel uğraş gerektiren özgür sanatlar (şiir, yazın, müzik) şeklinde devam etmiştir.
Orta Çağ’da sanat ile bilgi arasındaki ilişkilere dayanarak oluşturulan iki ayrı çerçeve, 19.yüzyılda sanat ve zanaatin birbirinden ayrılması için zemin hazırlamıştır. 19.yüzyıl başlarında Benjamin Constant Journal isimli eserinde sanatın sanat için yapıldığına değinerek sanat ve zanaat kavramını birbirinden ayırmıştır. Edebiyat tarihçileri bu düşünceyi önparnasçı hareket ismiyle devam ettirmiştir. Bu hareket sanatın sanat için olup yalnızca estetik haz sağlamaya yönelik ürünleri içeren bir bilim dalı olduğunu savunur. Bu anlayış günümüzde de devam ederek sanat ve zanaati birbirinden ayırır. Sanat, estetik bir haz oluşturmak için yapılır, ancak seramik sanat dalında ortaya çıkarılan ürünler araç olarak da kullanılabilmektedir. Bu sebeple sanat bilimden ayrıymış gibi görülmeye başlanmıştır. Her ne kadar sanat terapi seanslarında danışanın ortaya çıkardığı ürün “art brude (ham sanat)” yaklaşımı çerçevesinde bir sanat eseri olarak değerlendiriliyor olsa da, sanat terapi seansında amaç bir sanat eseri üretmek ziyade bu ürünün ruh sağlığını iyileştirmede bir araç olarak kullanılmasıdır. Sanatın terapötik olarak kullanımını tarihsel düzlemde incelediğimizde; ilk bakışta pek çok hekimin akıl hastalarının çizdiği resimler aracılığıyla ruh hastalıklarını anlamaya yönelik çabalarını görmekteyiz. Nitekim Alman Psikiyatrist Fritz Mohr 1906’da hastaların sanatsal çalışmalarındaki serbest çağrışım-larının ruhsal dünyaları hakkında içgörü sahibi olmalarını sağladığını iddia etmiştir. Günümüzde kullanılan Rorschach, Goodenough, Tematik Algı Testi (TAT) ve Szondii gibi resim çizimine ve resimlere dayalı projektif testlerin gelişimine temel oluşturmuştur.
Mohr gibi Alman bir psikiyatrist olan Hanz Prinzhorn (1886-1933) Heidelberg Psikiyatri Hastanesi’nde çalıştığı yıllarda akıl hastalarının çizdiği resimlerden oluşan bir sergi oluşturmuştur. 1922 yılında bu resimler üzerine Bildnerei der Geisteskranken or Artistry of the Mentally Ill isimli çalışmasın¬da on şizofreni vakasının çizimlerini yayınlamıştır. Asylum’da kalan şizofrenlerin çizdiği bu resimlerin temel iki teması; otistik izolasyon ve korkunç solipsizm (tek bencilik) olarak kabul edilmiştir. Prinzhorn’un Artistry of Mentally Ill isimli kitabı 1922’de basılmıştır. Bu kitaptaki çalışmalar 1890 ve 1920 yılları arasında yapılmış ve bu koleksiyonda 400 farklı artistin yaklaşık 5000 adet çalışması yer almaktadır. Prinzhorn’un bu eseri sanat terapi tarihi açısından en önemli eserlerden birisidir.  II.Dünya Savaşı’ndan bu yana sanat terapinin gelişimi üç devrede incelenir.
I.Birinci devre: 1940 yılında başlayan bu dönemde psikologlar, psikiyatristler ve doktorlar sanatın terapötik etkisinin farkına vardılar ve genelde eklektik bir yöntemle çalıştılar. Winnicott, Milner ve Pickford gibi psikoterapistler sanat terapinin gelişimini destekleyici isimler olarak öne çıkmışlar¬dır. Bu dönem 1964 yılında British Association of Art Therapy (BAAT)’nin kurulması ile sona erer.
II.İkinci devre: 1960 ve 1980 yılları arasını kapsar. Bu dönem terapistlerin hümanistik, varoluşçu ve antipsikiyatrik çerçevede düşüncelerini oluşturmaya meylettikleri görülmektedir.
III.Üçüncü devre: 1980 yılı ile başlar 90’lı yıllar boyunca devam eder. National Health System’in sanat terapi alanındaki eğitim programlarını tanıması ile bu dönem başlamış olur.Sanat terapiyi teorik anlamda sağlam yapılandırmak ve terapötik pratiği güvenilir bir temele oturtmak adına psikodinamik ve psikanalitik düşünceye eğilim gözlemlenmiştir.
Sanat Terapisi hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak isterseniz Ayşe Kaya Göktepe’nin “Sanat Terapi” isimli kitabını okuyabilirsiniz.
https://kbimages1-a.akamaihd.net/Images/611795ae-eb28-4cd3-b52b-fbe0b1a7ffd0/500/400/False/image.jpg
TEŞEKKÜRLER...
ZEYNEP ŞEVVAL BÜYÜKİZGİ














Yorumlar

  1. Tebrik ederim Şevval Hanım yine açık anlaşılabilir bilgilendirici bir röportaj olmuş.Ayşe kaya G .hanıma da teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Tebrik ederim Şevval Hanım yine açık anlaşılabilir bilgilendirici bir röportaj olmuş.Ayşe kaya G .hanıma da teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle