Ana içeriğe atla

SÜRPRİZ! DOÇ. DR. LEYLA ÇELEBİ GÜLSEREN İLE ŞİZOFRENİ ÜZERİNE RÖPORTAJ- ZEYNEP ŞEVVAL BÜYÜKİZGİ



Doç. Dr. Leyla Çelebi Gülseren’le Şizofreni Üzerine...


Değerli Doç. Dr. Leyla Çelebi Gülseren ile şizofreni üzerine çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine vaktini ayırdığı ve bilgilerini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor, sorulara geçmeden önce kendisini tanıtmak istiyorum. 

“Doç. Dr. Leyla Çelebi Gülseren Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanlık eğitimini tamamladı. Aynı hastanede Başasistan olarak görev yaptı. Daha sonra bu alanda doçent oldu. 2015 yılında Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ndeki görevinden emekli oldu. Halen İzmir'de serbest hekim olarak çalışmakta, Psikiyatri Uzmanı ve Psikoterapist olarak hizmet vermektedir.”

1-Öncelikle şizofreniyi tanımlar mısınız? Şizofreni nedir? Nasıl gelişir?
-Şizofreni, duygu, düşünce ve davranışlarda önemli ölçüde bozulmaya, kişinin gerçeklerden uzaklaşmasına yol açan; sosyal ve mesleki işlevselliği olumsuz etkileyen ağır bir ruhsal bozukluktur.
Kalıtsal etkenlerin önemli rol oynadığı bir beyin gelişim bozukluğu olarak tanımlanır. Çevresel-ruhsal etkenler belirtilerin ilk kez ortaya çıkmasından ve tekrarlardan sorumludur.
2-Şizofreninin belirtileri nelerdir? Tanı koyarken uzmanlar nelere dikkat ederler? Hastalığın ortaya çıktığı belirli bir dönem var mıdır?
-Öncelikle şizofreninin tek tip bir hastalık olmadığını söylemek isterim. Klinik özellikler ve seyir
açısından farklılıklar gösteren türleri olduğu gibi, tanı koydurucu tek bir belirti de yoktur. Kişinin
düşünce akışını, düşünce içeriğini, algılamasını, yargılamasını, dikkatini, duygularını, davranışlarını,
öz bakımını, yaşam becerilerini, başka kişilerle ilişkilerini bozan belirtilerle tanı konur. Bu belirtiler
her hastada farklı şiddette ortaya çıkabilir. Ayrıca aynı hastada hastalığın seyri sırasında belirtilerde
değişiklikler görülebilir.
Kişinin kendi zihninde olanlarla dış dünyada olanları ayırt etme yetisinde bozulma sanrıların ortaya
çıkmasına neden olur. Kötülük görme, izlenme, insan üstü güce sahip olma, dini içerikli sanrıların
yanısıra, dış güçler tarafından kontrol edilme, zihnine düşünceler sokulması, düşüncelerinin
kontrol edilmesi, çalınması tarzında sanrılar da görülebilir. Varsanılar (sıklıkla işitsel), yanılsamalar,
konuşmada düzen bozukluğu, konuşmada azalma, yineleyici fikirler, uğraşlar, duygusal tepkilerde
küntleşme, uygunsuzluk, toplumdan çekilme ya da toplumsal becerilerde bozulma şizofreni tanısı
koyarken dikkate alınan belirtilerdir. Tanı koymak için bu belirtilerin belli bir dönem sürmesi, kişinin
sosyal ve mesleki işlevselliğini bozması gerekir.
Çoğunlukla 18-25 yaşlarında, her çeşit stres etkeniyle başlayabilir. Kadınlarda başlangıç yaşı biraz daha geçtir.
3-Şizofreninin tedavisi var mıdır? Yoksa hastalıkla başetmeyi kolaylaştıracak ne gibi süreçler takip
edilir?
-Şizofrenide ilaç tedavisi zorunludur. İlaçlar her dönemde başta gelen tedavi seçeneğidir. Ancak düzenli ilaç kullanılmasına rağmen hastalık belirtileri tekrarlayabilir ya da tamamen ortadan kalkmayabilir. İlaçla birlikte psikoterapinin uygulanması hastalığın gidişini olumlu yönde etkiler. Destekleyici Psikoterapi, Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi, Toplumsal Beceri Eğitimi şizofrenide etkili olan psikoterapi yöntemleridir. Tedavi sürecine mutlaka aileler de dahil edilmelidir. Aileye ruhsal eğitim verilmeli, hastalıkla başa çıkma becerilerini geliştirmelerine, hastalığın seyrini olumsuz etkileyecek tutumlarını değiştirmelerine yardımcı olunmalıdır.
4-Şizofreni hastalarının hastalığı fark ettikleri süreçte ve sonrasında sosyal çevrelerinde ne gibi
değişiklikler olur? Bu değişiklikler hastaların ruhsal durumunu nasıl etkilemektedir?
-Şizofreni, kişinin sosyal içe kapanmasına ve sosyal ilişkilerinin bozulmasına yol açan bir hastalıktır. Sosyal içe kapanma hastalığın öncü belirtilerinden biri olabileceği gibi, hastanın davranışlarının genel niteliğinde süreklilik gösteren belirgin bir değişime, hastanın gerçeklikle ilişkisinin bozulmasına yol açan belirtilere (örn: sanrılar) ya da ilaç yan etkisine bağlı olabilir. Şizofrenisi olan bir kişi bir yandan insan ilişkilerinden uzak dururken diğer yandan insan ilişkilerine ihtiyacı çok fazladır. Toplumun şizofreni ile ilgili yanlış bilgileri, olumsuz ön yargıları hastaların damgalanarak dışlanmalarına ve daha fazla içe kapanmalarına yol açar. Şizofrenide damgalanma yardım arama davranışını azalttığı gibi intihar riskini de arttırır. Bu nedenle öncelikli mücadele alanlarındandır.
5-Hastanın ailesi bu süreci nasıl yaşar?
-Şizofreni hasta birey kadar hastanın ailesini de etkiler. Aileler hem hastayla hem de kendi duygularıyla baş etmeye çalışırlar. Utanç, suçluluk, çaresizlik, aile içi çatışmaların artması, ekonomik zorluklar, sosyal yaşantının kısıtlanması, hasta çocukla ilgili umut ve beklentilerin yitirilmesi nedeniyle yaşanan “yas” süreci, geleceğe yönelik endişeler, ailenin diğer üyelerinde de ruhsal sorunların ortaya çıkması ailelerin yaşadığı başlıca zorluklardır.
6-Şizofreni hastalarının ebeveynleriyle ve kardeşleriyle olan ilişkilerini nasıl değerlendirirsiniz?
Hastalığın yol açtığı içe kapanma, çevreye ilgisiz kalma aile tarafından anlaşılamayabilir. Nasıl ki hastalığın klinik görünümü, şiddeti ve gidişi her hastada farklılık gösteriyorsa her ailenin hastalık belirtileriyle başa çıkma biçimi de farklıdır. Hastadan beklentiler yüksekse ve hasta bunları karşılayamıyorsa ailede hayal kırıklığı, öfke ve üzüntü de o ölçüde fazla olur. Yeti yitimine yol açan kronik ruhsal hastalık ebeveynlerin çocuklarına yönelik tutum ve davranışlarını etkiler. Sık karşılaştığımız durumlardan birisi, ailelerin hastanın yaşına ya da otonomi düzeyine uygun olmayan aşırı koruyucu ve müdahaleci davranışlar göstermeleri, diğeri ise kendilerini adeta feda ederek fazla özverili davranmalarıdır. Yapılan çalışmalar, hasta bireye karşı içten, sıcak, kabullenici tutum ve olumlu uyarıların hastalığın gidişi açısından koruyucu rol oynadığını; fazla eleştiri, öfkeli tutum, duygusal aşırı müdahalenin hastalığın gidişini olumsuz etkilediğini göstermiştir. Hastaların kardeşlerinde ise öfke, kıskançlık, hasta kardeşi reddetme, aileden kopma, sağlıklı olmaktan dolayı suçluluk duyma gibi farklı tepkiler ya da duygular ortaya çıkabilir. Ailelere ruhsal eğitim vermek, hem işlevsel olmayan tutumlarını değiştirmelerine yardımcı olmak hem ailelerin ruhsal yükünü azaltmak açısından son derece önemlidir.
7-Hasta yakınları hastayla olan ilişkileri ve kendi ruh sağlıkları adına ne tür yardımlar alabilirler? Almalı mıdırlar? 
-Çeşitli illerde aileler için dayanışma dernekleri, 2006 yılında da Şizofreni Dernekleri Federasyonu kuruldu. Bu tür oluşumlar benzer sorunları olan kişilerin bir araya gelerek hastalıkla ilişkili güçlükleri daha açıkça konuşabilmelerini ve birbirlerinin deneyimlerinden yararlanabilmelerini sağlıyor. Ailelerin dernek çalışmalarına katılmaları, ruhsal ve toplumsal zorluklara karşı örgütlenmeleri konusunda desteklenmelerinin çok yararlı olacağını düşünüyorum. Ayrıca, kronik ruhsal hastalığı olan bir aile üyesiyle yaşamak aile üyelerinde de çeşitli ruhsal sıkıntıların ortaya çıkmasına yol açabileceğinden ihtiyaç halinde bireysel destek almaları da gerekebilir.
8-Son olarak, toplumun şizofreni hastalarına tutumu nasıl olmalıdır? Hastaya sağlıklı bir sosyal yaşam sunmada toplumun rolü ne olmalıdır?
-Şizofreni hastalığı olan kişiler zihinsel becerilerini, enerjilerini etkin biçimde kullanamadıklarından sosyal ilişkiler, toplumsal rolleri yerine getirme, çalışma ve üretme gibi pek çok alanda zorluk yaşarlar. Toplumun şizofreni hastalarına ilişkin tutumu kültürler arasında farklılık gösterebilir. Hasta bireyden beklenti düzeyinin yüksek olması, üretime katılamayan hastaların toplum dışında kalmaları hastalığın gidişini olumsuz etkiler. Bu nedenle, söz konusu beklenti düzeylerinin görece düşük olduğu az gelişmiş ülkelerde şizofreni hastalığının gidiş ve sonlanışı gelişmiş ülkelerdekine göre daha olumludur. Hastaya sağlıklı bir sosyal yaşam sunmada, şizofreni hastalığıyla ilgili toplumun bilgilendirilmesinin, damgalamayla etkili şekilde mücadele edilmesinin, hastaların sosyal uyumlarını arttırmaya yönelik çalışmaların ve dışlanmadan, saygınca yaşayabilecekleri biçimde toplum içinde yer alabilmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Doç. Dr. Leyla Çelebi Gülseren’le ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak için linke tıklamanız yeterli: https://www.xn--leylaelebiglseren-esb91b.com.tr/iletisim?gclid=EAIaIQobChMIi5io1u_x4AIVbbvtCh34WQ3sEAAYASAAEgJRafD_BwE
Not: Tırnak içinde belirtilen kısımlarda linki eklenen sayfadan yardım alınmıştır.

Zeynep Şevval BÜYÜKİZGİ

Yorumlar

Yorum Gönder

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik