DUYGU, KOŞ! YETİLERİM KAYBOLDU
Beğenmediğimiz, hoşlanmadığımız; kimi zaman eleştirip yerden yere vurduğumuz şeyler hakkında neden olumsuz yargılar üretiriz? Bunun kaynağı olarak genellikle ve ısrarla dünya görüşlerimizin farklılığını öne süreriz. ‘’Farklı dünyaların insanlarıyız’’ algısıyla ilişkilerimizde yaralar açarken, kimi zaman da önyargılarımıza sarılıp ‘’ben bununla anlaşamam, yaşamlarımız farklı’’ mottosuyla duvar çekebiliriz. Karşımızdaki insana hissettiğimiz duyguyu da bu sebeplere yorarak çoğu zaman işin içinden sıyrılıp günlük yaşamımıza devam ederiz. Peki, insanlara karşı hissettiğimiz duygular, eksikliğini hissettiğimiz fiziksel ve ruhsal özelliklerimizden etkilenmez mi?
Özelliklerimizi bilincimiz dahiline almak için kendimizle barışmanın yetersiz kaldığını; kendimizle barıştıktan sonra ona uyum sağlamanın da barışmak kadar kilit bir nokta olduğunu vurgulamalıyız. Uyum bizi bize, daha sonra da insanlara alıştırır. Barışmanın ve uyumun birlikte getirdiği sağlıklı duygu, ‘’gerçek’’le bir bütün halinde yaşamamızı sağlar. Örneğin, futbol için kendini yetersiz gören bir insan, futbol seven ve bu oyun için yeterli olan arkadaşlarına hissettiği duygu, sevgiyle birlikte nefret ve öfke de barındırabilir.Bunun sonucunda futboldan hoşlanmayabilir. Futbolu sevmeyişini açıklarken, yetersizliğini bir kenara atıp ‘’bir topun peşinde 22 kişi koşuyor, nesi mantıklı? Satranç oynarım daha iyi.’’; ‘’kitap okumak varken neden futbol oynayayım?’’ gibi futbolu aşağıda tutup kendi eylemlerini yüceltecek açıklamalar yapabilir. Yaşamda daha ‘’yararlı ve mantıklı’’ bulduğu şeylerle futbol ters düştüğü için bu oyundan nefret eder. Peki bu insan, kendini yetersiz hissettiği futbolda yeterli konuma geldiğinde futbol hakkında hissedeceği düşünceler yine aynı mı olacaktır?
Durum içinde varolan canlılar olduğumuzu kabul ediyorsak eğer duygularımızın değişkenliğine şaşırmamamız gerekir. Büyüdükçe gelişen iç dünyamız ve anatomik değişimlerimiz bizi bir başka duygudan bir başka duyguya sürekli olarak savurur. Gençken aşık olduğumuz insan için dünyayı yıkacakken, bir süre sonra onun için yataktan kalkmak istemeyebilirsiniz. Bu durumda ister istemez şunları sordurur insana: ‘’o kadar aşıkken, nasıl şimdi böyle düşünebiliyorum?’’, ‘’ ona karşı hissettiğim duygular bir yalandan mı ibaretti?’’ vb. Kendimizi sorguya çeker, duygularımızın bu değişkinliğini kimi zaman korkutucu bulabiliriz. En kolay yoldan her şeyi tükettiğimizi; paylaşacak bir şeyin kalmadığını ve heyecanın bittiğini söyleriz. Oysa, şöyle bir akıl yürütme uygulamayız: zaman geçtikçe duygularım değişti; aşkı, sevgiyi başka bir düzlemde görmeye başladım. Yani değişen ''biz'' değil, ''sen'' ve ''ben'' değişiyoruz. Bununla birlikte sana karşı duyduğum duygunun da adı değişiyor. Bu bir ihanet değil, tam tersi olağan bir şey. Sadece aşk ilişkileri değil, dostluk ilişkilerinde de aynı şey geçerli. Yanından ayırmadığımız, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen insanlardan bazen bir soğuma yaşarız. Yeni, farklı yüzler ararız. Kendimizi sınırladığımızı düşünürüz. Bunun ortaya çıkma durumu dostumuzun kötü olması, yetersiz olması değil, bizim dostluk duygumuzun değişmiş olmasından kaynaklanır. Dostluğa dair hissettiğimiz duygu belki arşa çıkmıştır ve dostumuz buna ayak uydurmada problem yaşıyordur ya da dostluğa artık bir öfkeyle bakarken dostumuzun bize yönelttiği güzel duygular bizim için berbat ve mide bulandırıcı gelebilir.
Duygularımızı doğru hedefe yöneltmekte ne kadar başarılıyız? İstisnalar haricinde pek de doğru taraflara gitmiyor duygularımız. Kimi zaman bir nesneye, kimi zaman hayvana, kimi zaman insana yöneltebiliyoruz duygularımızı. A kişisine kızdığımızda, bir şeylere vurma isteği duyarız. B kişisine öfkelendiğimizde, bağırmak isteriz. En yukarda bahsettiğim durum için - eksikliğini hissettiğimiz - özellikler de duygularımızı yanlış kanallara aktarmamıza neden olur. Mesela, bir arkadaş ortamında olduğunuzu düşünün. Bir konudan bir konuya atlıyor; büyük bir keyif içinde arkadaşlarınızla vakit geçiriyorsunuz. Sonra bir arkadaşınız, eksik olduğunu hissettiğin bir özelliğin hakkında konu açıyor. Herkes gülmeye ve eğlenmeye devam ederken, senin moralin bozuluyor; sanki arkadaşının bilerek o konu hakkında konuştuğunu ve tüm arkadaşlarının da aynı şeyi düşündüğünü hissediyorsun. Konuyu açan arkadaşına ayrı bir nefret duyarken, diğer arkadaşların da bu nefretten nasibini alıyor. Burada yanlış giden şey ne? Elbette, duygu yönünün yanlış yöne kayması. İnsanlardan nefret etmek yerine, nefret etmeye kendimizden başlarsak alacağımız yolun seyri çok daha zevkli ve yararlı olur.
Duygularımızın bize yaşattığı deneyimleri değerlendirirken, değişen özelliklerimizi kesinlikle yadsımamalıyız. Özelliklerimizi bilmek bizi duygularımızın gerçek yüzüne götürecektir. Değişen duygularımızın varlığının bilincimizde olması her şeyi daha açık ve daha sakin bir şekilde görmemezi sağlayacaktır. Eğer duygularımızı doğru yöne hedefleyebilirsek, inanıyorum ki yaşamdan daha bir keyif alacağız.
TEŞEKKÜRLER
BARIŞ ESER
Yorumlar
Yorum Gönder