HEY! GERÇEK YAŞAMIN LİNKİNİ ATAR MISIN?
Sosyal medyanın kalabalıklar içinde yalnızlaştırdığı insanlardan mısınız? Veyahut sosyal medyanın mutlu görünen mutsuzlarından mı? Her duygusunu, neşesini üzüntüsünü sosyal medya aracılığıyla paylaşanlardan mı? En son ne zaman birilerine ciddi anlamda “sana ihtiyacım var” dediniz? En son ne zaman sevdiklerinizin gülüşündeki detayları incelediniz fotoğraflarındaki detayları incelemek yerine ? Ya da arkadaşınız , eşiniz veya dostunuzla beraberken kaç saat aralıksız sohbet edebildiniz? Veyahut dakika, saniye?
Yaş alıyoruz gün geçtikçe, dünya dönüyor, insanlar doğuyor ve insanlar ölüyor. Rutin sistemde öyle monotonlaşıyoruz ki nefes almanın adı yaşamak oluyor. Bir an durup düşününce anlıyor insan yaşam aslında ‘an’ dır ve biz aslında en güzel anlarımızı ‘like’ delisi olma yolunda harcayan bir bedenden öteye geçemiyoruz. Önce anlamayı unuttuk, anlayışı, saygıyı, sevgiyi ve en kötüsü de biz aslında yaşamayı unuttuk saatlerimizi monitör karşısında acımasızca harcarken, ‘view’ ile like toplarken ya da yorumlarla konuşurken. Evet, paylaşmak dünyanın en güzel duygularından fakat yanımızda kanlı canlı duran, sıcacık sohbetiyle içimizi ısıtan, içten bir sarılmayla bizi mutlu eden insanlarla üç beş kelam edemiyorsak bizim de vay halimize sayın seyirciler…
Zamanında ne güzel demiş Paracelsus “her şey zehirdir, önemli olan dozu” diye. Ve buyurun altına imza… Mutlu yüzler kahkaha dolu fotoğraflar ancak altında yatan mutsuz suratlar. Fotoğraf çektirirken gülümsemek ‘’zorunda’’ kalışımız teknolojinin belki de bize dayattığı en büyük güzelliklerdendir. Çünkü gülmek ne koşulda ve ne şekilde olursa olsun güzeldir. Fakat sorun yaratan durum mutlu fotoğrafların güzel hayatların aslında altında yatan noktalarını görmeyip özenilen hayatlar hayal etmemiz. Ve bu hayatların bizleri hoşnutsuzluğa hatta yeri gelince tükenmişlik sendromuna sürüklemesi…
Sosyal medyada bu kadar insan mutluysa, bu kadar insan böyle güzel hayatlar yaşıyorsa kim bu mutsuzlar? Tacizcilerin, istismarcıların da sosyal medyadan tacizcilere ahkam kesmeye çalıştığını unuttuk mu? Bu kadar ‘iyi insan’ varken kim bu ‘kötü kalpliler’? Herkes kadına şiddete karşıysa kim öldürüyor gencecik kadınlarımızı? Çocuklarımızın hayatını cehenneme çevirenler kimler? Böyle insanlar gerçek hayatta varsa sosyal medyadakiler kimler? Yoksa kocaman bir hayal dünyasında mıyız a be dostlar! Hayal dünyası mı, medya hayatı mı oturup düşünelim. Karar sizin, tepki hepimizin, izninizle!
Geldiğimiz nokta öyle trajik bir hâl alıyor ki Amerika’da nomofobi dediğimiz online olamama korkusu ile ilgili açılan klinikler bile mevcut. Nomofobi ‘no mobile phone phobia’dan türetilmiştir. Hatta öyle bir durum ki bu, cep telefonuna karşı duyulan o aşırı obsesif sevgi haliyle bir takıntı. Dolayısıyla nomofobiklerin başka takıntıları da zaman içerisinde nüksedebiliyor, oluşabiliyor. Farkında olmadan her birimiz özgürlüklerimizi medyaya köle etmekle heba etmişiz. Bir ‘Black Mirror’ gerçeği yaşanması sizce de çok olası değil mi?
Sosyal medyanın kullanılmaması gerektiğini değil kullanılmadan da yaşanabileceğini hissetmemiz ve görmemiz gerekiyor kendimizde. Veyahut sosyal medya ile yaşarken de aslında gerçek yaşamın farkında olabilmek… Çünkü hayat sanal bir denizden çok daha fazlası ve emin olun hemen-şimdi kuralını uygulamak daha önce hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Ve evet hemen şimdi! En çok sevdiğiniz ya da en çok kullandığınız sosyal medyanın orucunu tutmanın tam zamanı. İradenizi ölçütleyin ve sonra oturup kendinizi alkışlamanın keyfini çıkarın. Yapabilecekleriniz sınırlıysa zorlayın, devam edin. Çünkü hayat varılması gereken bir durak değil, yolculuğun kendisi. Aman geç kalmayın a dostlar! Kendinize ve diğerlerlerine…
TEŞEKKÜRLER
Mazlum ŞEKER & Zeynep DENGEŞİK
Yorumlar
Yorum Gönder