ELDE KALAN SON ŞEY “TERCİHLERİMİZ”
“Her seçim bir kaybediştir.”
Bu söze hemen hemen herkesin kulak aşinalığı vardır. Bu yazımda “tercih” dediğimiz “yaşamın yollarında” baştan sona doğru ilerleyeceğim. Evet, öncelikle kaybettiklerimize odaklanacağım.
Kaybede kaybede elde kalan son şey; “tercihlerimiz”. Bu şekilde adlandırdığım durum ne kadar önemli olabilir ve ne kadar zor gözükebilir? Gelin beraberce biraz beyin jimnastiği yapalım. Tercih denildiğinde şu günlerde akla gelen ilk şey: milyonlarca lise mezunu genç, üniversite sıralarına oturmak için bir tercih yapma aşamasında. Bu noktada, öncelikle okumakta olduğum psikoloji bölümü hakkında bazı detaylara dikkatinizi çekmeye çalışacağım. Akabinde yukarıdaki iki soruya cevap bulabilmeniz için birkaç düşüncemi paylaşacağım sizlerle.
Başlayalım o vakit.
Neden psikoloji bölümünü tercih ediyoruz?
Öncelikle klişe ifadeleri konuşalım. Birkaç örnek sıralayabilirim.
Sınav sonucunda elde edilen puan eğer yeterli ise herhangi bir üniversitenin psikoloji bölümünü tercih edebiliyoruz.
TM olarak adlandırılan Eşit Ağırlık alanındaki öğrencilerin yakînen bildiği, hukuk bölümü ve psikoloji bölümü arasındaki küçük puan farkı sebebiyle, psikoloji bölümünü tercih edilmek durumda kalınması, öğrenci diliyle “Hukuk gelmedi, psikolojiye geldim.” şeklinde ifade edilen durum.
Bu “en” klişe olan durum. “Az” bilinen klişeler, şu şekilde;
“İnsanlar ile konuşmayı ve anlamaya çalışmayı çok seviyorum,o yüzden doğru bölümün bu olduğunu düşünüyorum.”
“Bu alanda örnek alabileceğim çok iyi psikologlar var, onlar gibi olmak istiyorum.”
“Karizmatik bir meslek, psikologlar her şeyi biliyorlar, ben de iyi bir psikolog olabilirim.”
“Kendimi keşfetmek istiyorum.”
“Seans başı 200 TL alıyorlar, çok para kazanabilirim.”
Yukarıda saydığım ifadelerden birkaçı aklınızda olabilir, tercih yapacak olanlar için söylüyorum: Üzgünüm, bunlar yeterli birer motivasyon kaynağı değil.
Size biraz gerçeklerden bahsedeyim ve zihinlerinizde birkaç soru işareti bırakayım.
Öncelikle, istatistiksel olarak bakalım durumumuza. 2016-2017 yılında üniversiteler toplamında 74 adet psikoloji lisans programı mevcut. Üzülerek şu bilgiyi de vermek isterim, nitelikli öğretim üyesi bulunmayan programlar da bu sayı içerisinde bulunmakta. Bu bilgi üzerinden küçük bir yorum yapalım, karşımıza nasıl bir sonuç çıkacak, bu lisans programlarında eğitim gören öğrenciler, daha önce eğitim alıp da şuan psikolog olanlar ve birkaç yıl içerisinde yeni girecek olanları da hesaba katarsak; 2020’li yılların başında, Türkiye’de çok sayıda psikoloji lisans programından mezun olmuş, psikolog unvanını alan kişiler, psikoloji camiasında yerini almış olacak.
Kritik soru şu: Bu psikologlar nerede ve hangi standartlar çerçevesinde istihdam edilecek?
Ne yazık ki, bu sorunun cevabını, ne psikoloji öğrencisi olan bizler, ne akademik camia, ne de mevcut psikologlar bilmekte.
Şu an aklınıza gelen soruları ve yorumları tahmin eder gibiyim. Mesela birkaçı;
“Birçok kamu ve özel kuruluş, psikolog istihdam ediyor.”
“Halen eğitim alan, öğrenci tanıdıklarımız da var.”
“Tanıdığımız psikologlar var.”
Kendinizce bir cevaba ulaştınız.
Peki size birkaç soru daha: Psikolog ne demektir? Ne iş yapar? Çalışma standartları nelerdir?
Fakat bu soruların cevabını, herkes tarafından kabul edilebilen, yasalara dayalı, yanlış uygulamaların tespiti halinde müdahale edilip unvanı elinden alınabilen, çalışma şekli ve standartları belli olabilecek bir tanım istiyorum.
Evet, yeni psikolog aday adayları, ilk gerçeğiniz bu. Yukarıdaki ifadeler, yapacağınız mesleğin kabul görmesi gereken tanımı. Fakat ülkemizde, bütün alanlardaki psikologları kapsayan bir meslek yasası yok. En azından şimdilik.
Şu aşamada, psikoloji bölümüne dair fikirleriniz biraz değişmiş olabilir. Psikolog sayısı gün geçtikçe artıyor. Çalışma koşulları ve iş yükümlülüğü, meslek yasasının yokluğundan ötürü belirsiz iken ekonomik getirisi de sanıldığı kadar fazla olmayabiliyor. Bunlar, mesleğimizin birer gerçeği.
Bu olumsuz ifadelerden sonra yavaş yavaş olumlu olanlara geçebiliriz.
Haydi şöyle bir senaryo yazalım, diyelim ki trafiğe çıkacaksınız. Öncellikle ehliyetiniz (psikoloji lisans diploması) olmalı, daha sonra da aracınız. (eğitim aldığınız üniversite ve program) Ve ihtiyacınız olan, trafiğin akıcılığı. Fakat trafik gittikçe artıyor ve sizin istediğiniz ise stressiz bir ulaşım. Bunun için iyi ve dikkatli bir şoför ve sağlam bir aracınızın olması lazım. Bu şartlar altında, trafiğin getirdiği olumsuzluğu manipüle edebilirsiniz. Unutmamak gerekir ki kendini usta olarak nitelendiren şoförler en çok kaza yapan kişilerdir. Fakat dikkatli olmak her şeyden önce gelir.
Mesleğin bir diğer olumlu noktası ise yaratıcı bir bakış açısı kazanılması. Farklılıkların yarıştığı çağımızda, “ne kadar farklı olunursa o kadar başarılı olunur.” şeklinde bir pozitif korelasyon algısı oluşmaya başladı. Tabii bu benim görüşüm.
Büyüklerimizden sıkça duymaya alışkın olduğumuz ifade biçimiyle belirteyim “kendini geliştir, oku evladım.” Bu tebessüm ettiren cümle de bizim mesleğin bir parçası artık; oku ve kendini geliştir. Bu kısım için hocalarımız yeteri kadar bilgi veriyor zaten, pek değinecek bir şey kalmıyor bana.
Psikoloji bölümü ile ilgili kısmın sonuna gelirken, kendi duygularımı da ifade edeyim. Okuması zevkli bir bölüm, insanın “düşünmek için yaşadığı” fikrine sizi ikna edebilir. Örneğin, kantine çay içmek için çıktığınız beş dakikalık molada bile kendinizi farklı psikoloji konuları konuşulan masalardan birinde bulabilirsiniz.
Yazımın sonlarına geldiğimiz bu kısımda, yazıya başlarken sorduğum soruları artık ele alabiliriz:
Tercihlerimiz ne kadar önemlidir ve ne kadar zor gözükebilir?
Yazının başlığında söylediğim gibi son olan şey; seçilerek, elenerek, elde kalandır. Bunun için belli bir çaba, zihinsel süreç, farklı kişilerle fikir alışverişi, uzmanlardan destek alınması gibi aşamalardan geçiliyor. Bu yüzden tercihlerimiz oldukça kıymetlidir.
Zorluk kısmına gelince;
Sevgili okurlar,
“Alice Harikalar Diyarı’nda” adlı kitapta bir diyalog geçer; Alice yol ayrımına gelir ve duraklar. “Ben şimdi nereden gideceğim?” der. O esnada oradan geçen Tavşan, Alice’e sorar, “Nereye gidiyorsun?” Alice cevap verir, “Bilmiyorum ki...”. Bu cevap üzerine Tavşan, şöyle der: “Nereye gittiğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin bir önemi yok.”
Zorluk kısmı tam da budur, yaşamda nereye gittiğimizi bulmak...
Hayatta, karşımıza çıkan yol ayrımlarında, nereden gideceğini bulabilen insanlardan olmak umuduyla...
TEŞEKKÜRLER
Eren ÖZCAN
Yorumlar
Yorum Gönder