LİLİTH’DEN SÜREGELEN
DİRENİŞ- KADIN KURTULUŞU
Kadına, kadın demenin ayıplandığı, kadınlığın ‘’kadınlar ve kendini
kadın hissedenler tarafından yaşanan bir oluş’’ olarak tanımlanmayıp biyolojik
varoluşa sıkıştırıldığı ve bu sıkıştırılmaya bir de heteronormatif toplumsal
cinsiyet rollerinin egemen olduğu bir dünya düzeninde kadının, erkeğin ve daha
birçoğunun toplumdaki yerinden söz etmek başlı başına politik bir eylem olsa
gerek.
Ataerkil sistemde kaçınılmaz bir
sonmuşçasına işlenir toplumsal cinsiyet bedenlerimize, zihinlerimize. Birey
olmanın unutulduğu ikili cinsiyet sisteminde ya ileride özel alan hapsolan,
anne rolü ile mutfak arası sıkışan, kırılgan, daima süslü olması beklenen
şimdilerde ise eline oyuncak bebekleri verilen bir kız çocuğusundur; ya da
kamusal alanın egemeni, güçlü(!), adaletli(!) ve toplumdaki diğer doğru
şeylerin atfedildiği, biricik görevi eve para getirmek olan, duygularını
gizlemek zorunda bırakılacak eline tüfekler tutuşturulan bir oğlansındır. Bu
kaçınılmaz sondan biraz olsun kurtulmaya çalıştığında din, toplum, iktidar ve
daha nicesi Lilith’ten beri olduğu gibi seni ötekileştirir. Özellikle bir
kadın, ikinci cins, olarak bu sistemde var olmak da sistemden kurtulmak da çok
zordur. (Elbette erkekler de etkilenir fakat ataerkil sistemin yeniden ürettiği
bir sonuç olarak egemen güçler de eril olduğu için bu durumdan kadınlara oranla
çok daha az rahatsızlık duyarlar.) Simone
de Beauvoir ‘’Kadın doğulmaz ama kadın olunur’’ derken ‘’kadınlık’’
kalıplarıyla nasıl yüzleştiğimizi çarpıcı bir şekilde açıklar aslında. Fakat
böylesine bir açıklamayı yapmış; gençlik yıllarında annesini mutfakta izlerken
böyle olmayacağını, onun yaşantısının bir yere gideceğini söyleyen onun bile
gittiği yer bir erkek, Sartre,
olmuştur. Adeta bir erkek tarafından yaratıldığını söylemiştir. Çoğu kadın da Simone gibi cinsiyetçi rollerden son
derece rahatsızdır fakat günlük hayatta yaşadıklarına göz yumar, cinsiyetçi
sistemi yeniden üretir.
Biz, biyolojik olarak kadın olsun olmasın
kendini kadın hisseden tüm kadınlar olarak her şeyden önce bize dayatılan rol
ve imgeleri bir bir söküp atmalı, aramızdaki egemenlik fikirleriyle
yüzleşmeliyiz. Hiçbir kadınlık durumunun diğerinden daha değerli, ayrıcalıklı
olmadığını görmek hepimizin maruz kaldığı eril iktidar ilişkilerini anlamamızı
sağlayacaktır. Böylece bize dayatılan rolleri yeniden üretmeyen, tüm kadınlar
için yaşanabilir bir kadınlığa ulaşabiliriz.
Minel ALTAY
Çok doğru ve yerinde tespitler. Kadın olmak bir rol olmamalıdır...
YanıtlaSil