Ana içeriğe atla

"DÜŞÜNEREK HAYATTA KALANLAR" - Ali Hayran KİLİSLİOĞLU


DÜŞÜNEREK HAYATTA KALANLAR

     İnsanın bu doğadaki en temel amaçlarından bir tanesi hayatta kalabilmek. Ve insan, olabildiğince uzun yaşama gayreti sürdüren bir canlıdır. Bunun yanında hayvanlardan birkaç küçük farkımız var; hatta çoğu zaman hayvanlara göre müthiş derecede eksik bile sayılırız. Bizi koruyacak kürkümüz, pençemiz vs. yok. Ama bizi hayvanlardan ayıran birkaç tuhaf özelliğimiz de var; mesela hayatta kalmak için bir amaca hizmet etmeyen yazı yazmak işlevi gibi. Bunun yanında insanlar doğal ortamda kendilerini üst amaçlara hizmet ettiğini düşünmeye meyilli olan ilginç  canlılardır aslında. İlim üretmeyi ve tüketmeyi çok seviyoruz. Farklılıklar yaratmayı, tek düze giden bir doğal ortamda kompleks bir dizilime sahip olmak ve biricik olmak çok hoşumuza gidiyor.  Kendimizi sadece hayvanlardan ve doğadan üstün görmekle yetinmiyor kendi türümüzden hatta kendi eşlerimizden üstün görmeye bayılıyoruz. Bizim hayatta kalmamız için birbirimizin etini yememize hiç gerek yok ama biz insan olarak bunu bile yapıyoruz. Ve bunların hepsini yapan sadece beynimiz aslında.

   Doğal seçilime göre bizi kendi türlerimizden ayıran bir takım özelliklerimiz var. Bugünlerin modern sorunlarından bir tanesi kadın ve erkek eşitliği üzerine şekilleniyor. Böyle bir sorunun sorulabilmesi ve çözüm arayışına girilebilmesi için öncelikle canlılığın ne olduğunu yani aslında canlı olarak nasıl hayatta kaldığımızı iyi bilmemiz gerekiyor. Erkek egemenliği üzerine yapılan ilkel yorumlardan bir tanesi erkeğin % 40 daha fazla kas oranına sahip olması ve bunun üzerine nasıl kadınla erkek eşit olabilir. Evet erkekle kadın arasında biyolojik olarak bir takım farklılıklarımızın olduğu açık hatta beynimizin bile bazı küçük farklılıkları var ancak kas gücü şuan hiç bir işimize yaramıyor. Bizi kadınlardan üstün kılabilmek için hiç yeterli değil. Binlerce kat daha güçlü makineler üretebiliyoruz . Beynimizdeki ufak farklılıklara gelecek olursak. Erkek beyni çok az daha büyük dolayısıyla nöron sayısı daha fazla ancak kadınında nöral bağlantı sayısı daha fazla kısaca bizim biyolojik farklılıklarımız bizi birbirimizin üstünde egemen kılmaya yetmeyecek kadar etkisiz görünüyor.  (David G. Myers, Social Psychology, Onuncu  Basım (Ekim 2017))

      Bugün bu konuyu tartışan birçok kişinin dahi bu ayrımı yaptığına dair işaretleri görebiliyoruz. Nedense erkek beyni kadını bir şekilde aşağıda görüyor. Aslında kendi beyinlerimiz, biyolojik donanım olarak avantajlı durumlarda diğer insanları bir kıyas aracı olarak kullanma eğiliminde. Bu durum iki erkek arasında uzun boylu olan erkek biraz mutlu olabilmek adına kısa olanla kıyaslayarak yaşamını sürdürmesi. Bu kıyas durumu, kendisinden daha uzun biriyle karşılaşana dek mutlu olmak suretiyle devam eden bir durum. Dünya kısalar ve uzunlar olarak kesin bir çizgiyle ve bu bilince hizmet eden katı tutumlarla ayrılmıyor. Ancak kadın ve erkek olmak adına ciddi bir ayrımımız var.

     Yeni bir çocuk dünyaya geldiğinde ilk merak ettiğimiz şey cinsiyeti oluyor. Çünkü bundan sonra nasıl bir hayat süreceği üzerine kendi şemalarımızdan yorum çıkarma gayreti yaşıyoruz. Ve hemen ardından; “sağlıklı olsun da ne olursa olsun’' sözünü getirmemiz de yine yaptığımız bu ayrımın süsü oluyor.

    Bu tür ayrımları yapmamızın birkaç küçük temeli olduğu kanaatindeyim. İlk olarak toplumsal normlar üzerine kurulu cinsiyet normları. Bu normlar bize küçük yaşlardan beri süre gelen ve aslında asıl düşünceden uzaklaştıran yani, kadının kadın olma hâlinin ne demek olduğunu olumsuz kalıp yargılarla öğreten geleneksel düşünceler. Bize bu kalıp yargıları oluşturan temel sebeplerinden bir tanesi de dinin toplum üzerindeki etkisi toplumsal cinsiyet üzerine bir yol kat edilecekse dinlerin bu konuda ne dediğine dikkat edilmesi gerekiyor. İlk başta kadın erkek arasındaki ayrımı anlayabilmek için biyolojimizin anlaşılması gerekir. Ama bunun yanında dinin şekillendirmiş olduğu cinsiyetçi yargıların anlaşılması gerekir. Dinlerin insan üzerinde büyük bir etkisi olduğunu bir çoğumuz biliyoruz. İnansak da inanmasak da dinler toplumu şekillendiren en temel yapılardan bir tanesi. Ama buradaki ayrımın iyi yapılması gerekiyor yani dinler erkek egemenliğinin hâkim olmasını tartışmıyor. Dinlerin, toplumun genel yargılarını kulaktan dolma birkaç bilgiyle donattığından söz ediyorum. Aslında sadece toplumsal cinsiyet üzerine değil, birçok bilgimizin asıl kaynaktan değil de, bir şekilde etkileşime girerek birbirimize öğrettiğimizin farkına varırsak toplumsal olarak da büyük bir yol kat edeceğimizi düşünüyorum.


Ali Hayran KİLİSLİOĞLU

Yorumlar

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat çukuruna düşer

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda filmlerin insan

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN- Ezgi KAYA

YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN Yunan Mitolojisi’nde sık sık karşımıza kadınlar, tanrıçalar çıkar. Hatta bu kadınlar güç savaşçılık ve sembolleri ile bazen erkekleri bile saf dışı bırakabilirler. Örneğin savaşçı, güçlü kimliği ile tanınan Zeyna çok güçlü bir karakter ve mükemmel bir savaş zekâsına sahiptir. Anlatılanlara göre Zeyna o kadar güçlü bir Tanrıçadır ki Tanrıların bile zapt edemediği atlara biner, onlarla uzak diyarlarda savaşır. Baş Tanrı Zeus ve yine güçlü bir karakter olan hikmet tanrıçası, Zeus’un ilk karısı Metis’in kızı olan Athena zekâ ve strateji tanrıçası olarak bilinir. Aynı zamanda Athena sanat ve ilham tanrıçası olarak da bilinir.  Yunan Mitolojisi efsanelerinde de kadın ve kadının mucizeleri sık sık anlatılır. Örneğin Athena’nın Zeus’un kafasının içinden çıktığı ve bu yüzden de Baş Tanrının bütün özelliklerini aldığından bahsedilir. Zeus’un kafası yarılır ve ortaya dans eden, güzelliği ile insanlara ilham veren tanrıça Athena ortaya çıkar ve bütün ölümsüzle

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Özellik