CİNSİYETSİZ DÜNYA
Şimdi sizinle bir
hayal kuralım, toplumsal cinsiyetçiliğin olmadığı cinsiyetsiz bir dünya hayali…
Düşünsenize bir erkek çocuğuna Barbie bebeğin alındığını ya da yeni doğan bir
kız çocuğunun “aslanım benim” diye sevildiğini… Kadınların da erkeklerle aynı
maaşı alabildiğini ve eşit şartlarda çalışabildiğini… Cinsiyet farklılıklarının
yerini “insanın kendine kattığı farklılıkların” aldığı bir toplumun varlığını
düşünün.
Erkeklerin bulaşık yıkayıp sofra kurduğu,
kızların bozulan eşyaları tamir ettiği ve her ikisinin de hiç kimse tarafından
hor görülmediği bir dünya da yaşasaydık neler değişirdi? Belki de böyle bir
dünya da yaşasaydık bir iş başvurusu değerlendirilirken cinsiyete dikkat
edilmez, her iki cinsiyet içinde eşit imkanlar göz önünde bulundurulurdu. Fakat
ne yazık ki cinsiyetçi yaklaşımların, ataerkil kalıpların kök saldığı bir dünya
da yaşıyoruz.
Gözden kaçırılan
bir diğer nokta ise toplumsal cinsiyetin biyolojik olmadığıdır. Gel gelelim ki
uzun saç biyolojik değildir, uzun saç tercih meselesidir. Bir kadının kısa
saçlı olabildiği gibi bir erkek de uzun saçlı olabilir. Bulaşık yıkama becerisi
biyolojik değildir, bir erkek de bulaşık yıkayabilir. Bunlar gibi henüz
aşamadığımız milyarlarca örnek mevcuttur. Bir de bu konu üzerine yapılmış
araştırmaları inceleyelim.
Yale Üniversitesi
İşletme Fakültesi’nden Profesör Victoria Brescoll “ Öfkeli Kadınlar Başarılı
Olabilir Mi?” başlıklı makalesinde çarpıcı sonuçlar elde etmiştir.
Araştırma
sonuçlarına göre, iş konusunda öfkeli davranan erkek taktir toplarken aynı
davranışta bulunan kadın için ise kıskanç ve makamı için yetersiz olduğunun
düşünüldüğünü ortaya koymuştur. Oysa her iki taraf için de aynı durum söz
konusudur fakat değişen tek şey cinsiyet ve cinsiyete yüklemiş olduğumuz
anlamlardır. Ve bu anlamlar ne yazık ki hayatımızın birçok yerinde karşımıza
çıkar…
Eminim birçoğumuz “
toplumsal cinsiyetçilik bizim ailede olmaz, biz çocuklarımıza karşı her zaman
eşitiz ” diyen anne babalarda büyüdük. Fakat senelerce “ benim uslu kızım
nasılmış?”, “ aslan oğlum bugün ne cesurluklar yapmış? ” diye sevildik. Ve
kendi benliğimize “ kızın uslu olması gerektiği” erkeğin ise “ cesur “ olması
gerektiği şemasını benimsettik. Farkında bile olmadan senelerdir süre gelen
cinsiyetçiliğin esiri olduk…
Bu toplumsal
algıların bize yüklemiş olduğu cinsiyetçi yaklaşımlar sayesinde ataerkil
toplumlar inşa ettik.
Peki toplumsal
algıları değiştirip hayal ettiğimiz dünyaya kavuşmak için çok mu geç kaldık? Bu
soruya sizin de “ Hayır hiçbir şey için geç kalmadık? “ dediğinizi duyar
gibiyim.
O halde şimdi
baştaki hayalimize geri dönelim. Hayal ettiğimiz dünyaya kavuşmak için
toplumsal algılarımıza yön verelim. Renklere, tavırlara, oyuncaklara,
cinsiyetlere bu kadar anlam yüklemeyelim.
Ağlayan erkek çocuğu gördüğümüzde “ kız gibi ağlama” diyerek duygusunu
bastırmasını sağlamak yerine onun da duygularına önem verelim. Cinsiyeti kadın
diye güçsüz görmek yerine istediklerini başarabilmesine olanak tanıyalım ve kendine
neler kattığını izleyelim. Cinsiyetçi yaklaşımlar yerine bireyin kendi
benliğini fark edelim ve ona göre yaklaşımlarda bulunalım.
Toplumsal cinsiyetin
biyolojik bir cinsiyet olmadığının farkına varır ve toplumsal algılarımızı buna
göre şekillendirirsek, kadınlarımızın da iş hayatına katıldığı daha üretken bir
dünya da yaşama fırsatı elde ederiz.
Hayal ettiğimiz
dünyaya ulaşmak için el ele vermenin zamanı geldi sevgili okurlar. Toplumsal
algıların cinsiyetçi yaklaşımlardan uzaklaşması dileğiyle…
Yorumlar
Yorum Gönder