Ana içeriğe atla

ACABA BEN DE OKB MİYİM?- ZEYNEP ERTAN




ACABA BEN DE OKB MİYİM?



Günümüz insanının bir popülarite haline gelmiş, dilimize yerleşmiş kalıp cümlelerini hepimiz duymuşuzdur. “Ben aslında OKB’yim.“ veyahut halk arasında çokça kullanılan “ Bu konuda takıntılıyım ben.” Çoğu zaman başımıza gelmiştir.“ Acaba çıkarken kapıyı kitledim mi?” “Arabanın anahtarlarını aldım mı?“ vs. Veyahut sevdiğimiz ojelerden, arabalardan vs. koleksiyonlar yaptığımızda; temiz, düzenli sistemli çalıştığımızda biz de mi OKB (obsesif kompülsif bozukluk) oluyoruz? Yani bunların birine yada birkaçına sahip olmak gerçekten de bir OKB tanısı almamıza mı yol açıyor? Size iyi haber hayır. Yalnızca günlük hayatımızda zaman zaman endişelerimizin olması, diğer insanlardan biraz daha dakik, tertipli olmamız OKB’ye neden olmuyor. Peki bu ne zaman patolojik duruma gelir?

OKB bir anksiyete bozukluğu olup; duygu düşünce ve davranışlarımızda engel olamadığımız kontrolsüzlüklerin baş göstermesidir. Ne zaman ki o düşünceler, kaygılar normal yaşayışımızı bozdu, işlevlerimizde aksaklıklar yarattı ve kişinin içerisinde içsel, çelişik huzursuzluk başladı işte o zaman OKB ihtimali aklımıza gelmelidir. Öyle ki düşünceler beynimizin kıvrımlarında zehirli bir yılan gibi dolaşmakta ve engel olamadığımız o düşünceler ne yazık ki o denli rahatsız edici olur ki keyfi kaçırır, kişiyi içsel bir rahatsızlığa zorlar, endişelendirir, suçlu hissettirir, bazen de değersizlik duygularıyla yerden yere vurur ama halen o düşünce ordadır ve gitmeye de niyeti yoktur. Peki kişi içini kasıp kavuran, onu zorlantı haline sokan o düşüncelerle yaşıyor mu dersiniz? Aslında bakacak olursak kişi bu düşüncelerini, kaygılarını, dürtülerini sevmez genelde bu yüzden de ya bir zorlantı(kompülsiyon) içerine girer veyahut kaçınma davranışı gösterebilir.

Kaçımız yatağımıza uzanmadan önce kırk defa silkeleyip, düzleyip ve yeniden serer ki? Nasıl ki bize biraz acayip veya gereksiz gelse de OKB hastaları için asıl bunu yapmak gönül rahatlığıyla uyumak demektir. “Çünkü yatağın üzerine mikroplar kol geziyor olabilir veyahut belki de biraz önce pencere açıksa dışarıdan gelen tozlar üzerini yeterince kirletmiştir bu nedenle kırk defa çırpmakta fayda var”. Diye düşünmüş olabilirler ki bence, onların gözüyle bakıldığında o yatağa o şekilde uzanınca öleceğini düşünmesi ve bu gerekçeyle kalkıp o davranışı yerine getirmesi çok makul bir durumdur.

Fikirler istemsizce zihnimize gelir hiç beklenmedik anda kapımızı çalar ve zihnimize misafir olurlar. Ve tabir yerindeyse onları ”eli kolu boş” göndermek istediğimiz sürece kalkıp gitmeye niyetleri yoktur. Hasta ne yapar ne eder onları istedikleri gibi göndermeye çabalar bu durum ya o durumdan, ortamdan kaçınmayla son bulur veyahut o isteği gerçekleştirmekle kalkıp gideceklerdir. Velhasıl o an zihnimize konuk olan düşüncelere “obsesyonlar( takıntılar), takıntılarımızla başa çıkmaya çalışan durumlarımızı ise kompülsiyonlar( zorlantı) diyerek isimlendirebiliriz aslında. Ve bu obsesyon, kompülsiyon dediğimiz durumlar bir süre sonra o kadar klasikleşir ki her gün misafir düşünceler gelir ve biz onları kovmakla uğraşırken bir de bakmışız ki davranışlarımız ritüelleşir, bir süre sonra farkında bile olmadan bir bakmışız ki o düşünceler bizleri oradan oraya koşturmuş bile…
Birkaç obsesyonlarımızdan söz edecek olursak ; Aklına sık sık gelen yakınlarının zarar görme endişesi, yaptığı işlerde mükemmeli yakalamaya çalışmak, başkalarıyla yakın temastan olabildiğince kaçınmak, dışarıdan geldikten hemen sonra saatlerce yıkanıp temizlenemediğini hissetme, sadece belirli yemek takımlarını kullanma, belirli cümleleri çok fazla kullanma ya da hiç kullanmamaya çalışmak...
Yukarıda söz ettiğimiz üzere obsesyonlarımız oluştu, fikirler rahatsız etmeye başladı ve stres verici hale geldi. Kafamızın içerisinde tepinip duran o düşünce için ya oturup ortak bir yol aramaya çalışır gönlünü yaparız veyahut kaçınma davranışı gösterip olabildiğince yüz göz olmaktan uzak dururuz. Örnek vermek gerekirse temizlik takıntılı bireyin ortak lavaboları kullanmaktan kaçınması diyebiliriz.
Bir süre sonra yapılan ritüel davranışlar aslında hiç olmadığımız kadar normal hale gelir başkalarının onu neden tuhaf karşıladıklarını anlayamazlar. Örneğin bir OKB hastası evden çıkmadan önce neden “kapıyı üç kere kontrol etsin ki kitledim mi?" diye... Aslında onlar için gayet olağan bir olan kontrol etme isteğine karşın asıl çevresindeki insanların tepkilerine hayret ederler belki de.
Peki sizin de aklınızdan geçmiyor mu? İnsanlar neden OKB olur? Bunları tetikleyen ve etkileyen etmenler nelerdir?
Bu ve benzeri sorular hepimizin aklından geçmiştir zaman zaman. OKB aslında çevreden görüp etkilenmeden ziyade yapılan araştırmalara göre ailede yani genetikte var olması demek, kişide hastalık riskini oluşturur. Ayrıca yapılan ikiz çalışmaları da buna destek sunmaktadır. Çevreden etkilenen, model alan bireyler illaki olacaktır fakat biz en derinlerde genetik yatkınlığın da var olduğunu biliyoruz aslında. Nörobiyolojik olarak düşündüğümüzde ise bu konuda bizlere pek açık kapı bırakmadığını ancak serotoninin düzeyinde bazı ilaçların kullanımı OKB’de etkili olduğu düşünülmektedir. Hazır tedavilere el atmışken; tedavisi imkansız, içinden çıkılmaz , ömür boyu müebbet değildir tabi ki. Örnek vermek gerekirse Bilişsel Terapi Eğitimleri dediğimiz bu terapi sayesinde rahatsızlık verici, stres verici, hayatımızı ketleyen bilişimizi değiştirip veya iyileştirip daha az kaygılı olmamızı sağlayan ve tekrarlayıcı davranışlarımızı engelleyen yapıcı bir terapidir diyebiliriz. Bunun yanı sıra ilaç tedavisi de almak ve bu sayede beyinde serotonin düzenlenmek de ilaçların payına düşerken ilaç+ terapinin de olması da fikrimce OKB hastalarına tedavi yolunda yapıcı, onarıcı adımlar atmasına yardımcı olacaktır. Bozukluğun seyri kişiden kişiye, durumdan duruma farklılık gösteriyorken , ortaya çıkış dönemi de farklılık gösterebilir diyebiliriz. Farklı genlere, çevreye, yaşa, cinsiyete sahip oluşumuz takdir ederseniz ki hastalığın başlangıç dönemine, seyrine ve tedavisine göre farklılık gösterebilir.
OKB’yi genel anlamda ne olduğunu , nasıl ortaya çıkışını , belirtilerini tanıdık ,biliyoruz artık. Nasıl ki her titiz, temiz, düzenli bireyin OKB olmadığını veyahut patolojik düzeye gelmiş bireyin yoğun ve yorucu takıntılarını azımsamamamız gerektiğine de değinmeden geçmeyelim.
Ne zaman ki kendimize veya başkası için OKB kelimesini duyduğumuzda durup tekrar bir düşünmekte, bu durumun kritiğini yapıp aslında ondan sonra öyle bir fikrimizin olduğunu dile getirmeliyiz belki de.
Benim aklıma ne zaman OKB gelse aklıma derste hocamın söylediği hep şu cümle gelir; “Kaygı bize neler yaptı?“ İşte bütün yazdıklarımın bir bakıma özetidir bu cümle. Ne zaman ki yaşantımızda ciddi düzeyde bozukluğa neden oldu işte o zaman patolojik boyutundan söz edebiliriz. Ona bakılırsa aslında hepimizin bazı takıntıları, sevdikleri veya sevmediği kaçındığı, görmek istemediği elbette ki bazı durumlar vardır ve olacaktır. Bu durum ve olaylar yaşantımızda ciddi bozukluğa neden oldu işte o zaman patolojik boyutundan söz edebileceğimizi biliyoruz artık. Tabi ki bunu yalnızca içsel rahatsızlığımızdan veya çevremizin kanaatleriyle değil, bir uzman ile birlikte derinlemesine gözlem ve görüşmeler sonucu bu tanıya varabiliriz.
Her ruhsal bozuklukta olduğu gibi OKB de sabırla, ağırdan yürüyeceğimiz; bazen yorulacağımız veyahut nefes nefese kalacağımız bu yolda lütfen bize eşlik eden, kimi zaman onun da koştuğu, yorulduğu, terlediği bu yoldaki terapistimizi iyi seçelim. En doğal hakkımız olan psikolojik destek hakkını işin erbablarına bırakalım. Bize hiçbir yardımı dokunmayacak fakat belki de fazlaca hasarı olacak, kendini psikolog diyerekten tanıtan, 3-4 saatlik eğitim ve sertifika palavralarıyla insanları oyalayan, kandıran, insanı değersizleştiren “sahte psikologlara” karşı en çok biz danışanlar uyanık olalım. Gittiğimiz yerlerde her şeyden önce 4 yıllık lisans diploması almış ve uzmanlığını o alanda yapmış profesyonellerden yardım almaya dikkat edip, dedektif titizliğiyle incelemek en doğal hakkımız olduğunun bilincinde olmakta fayda olduğunu da ekleyelim.


Teşekkürler.
Zeynep ERTAN

Yorumlar

POPÜLER YAZILAR

GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM: FRACTURED- DORUKHAN SAĞLAM

  GERÇEKLE HAYALİN BİRBİRİNE GİRDİĞİ BİR FİLM:  FRACTURED Beynimize ne kadar güvenebiliriz? Biz mi beynimizi yönetiriz yoksa o mu bizi yönetir? Zihnimiz gerçekleri bile saptırabilecek kadar güçlü müdür?  Fractured filmi boyunca işte tam da bu soruları soracaksınız kendinize. Zaman zaman ne olduğu konusunda karmaşaya düşebilir, ne olduğunu tam anlamlandıramayabilirsiniz. Kimi zaman ise tam her şeyin açıklandığını düşündüğünüzde bir sonraki sahne tüm fikirlerinizi altüst edebilir. Gizem, gerilim ve psikoloji konulu filmler ilginizi çekiyorsa bu film tam da size göre olacaktır. Film, evli bir çiftin yolculuğu ile başlamaktadır. Ray ve Joanne Monroe ufak kızları Peri ile birlikte seyahat ederken bir benzin istasyonunda mola verirler. Bu benzin istasyonunda mola verdikleri sırada kızları bir kaza geçirir. Peri inşaat alanının kenarında dururken bir köpek gelir, Ray köpeği korkutmak için taş atsa da köpek Peri’nin üzerine giderek onu korkutur ve korkarak geri kaçan Peri inşaat ...

GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM)- ÖZGE CEYLAN

  GOOD WİLL HUNTİNG(CAN DOSTUM) Good Will Hunting  Türkçe ismi ile Can Dostum    Matt Damon  ve  Ben Affleck 'i n senaryosunu yazmış olduğu,   Robin Williams ’ın başrolünü oynadığı Oscar Ödülü almış bir filmdir.  Film de yer alan oyuncu Matt Damon ve Ben Affleck Hollywood Sinema dünyasında önemli bir noktaya gelmekle beraber Film ile En iyi Senaryo ödülünü almışlardır Bu ödül ile birlikte sinema yaşamının bir çok alanında yer almışlar ve performanslarını sergilemişlerdir. Geçmişten günümüze filmler ele alındığında psikoloji, eğitim gibi insan ve toplumu ele alan birbirinden farklı birçok alanda filmlerden yararlanmaktadır. Bu nedenle  psikoloji sahasında da kullanılmaktadır  Filmler baktığımız zaman bireyin yaşamını yansıtmak ile beraber kimi zaman kişilerin gerçek yaşam öyküsünden yararlanılarak oluşturulmaktadır.   Filmler alanda fazlasıyla kullanılmaya başlamaktadır şöyle ki sinema terapisi terapi içerisinde yardımcı bir ara...

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ-ROJDA ÇELİK

SIGMUND FREUD VE AŞKIN PSİKOLOJİSİ Aşk şairlerin uydurmasıdır, demiştir Ursula K. Le Guin Malafrena adlı romanında. Peki, şairlerin anlam yüklemeleri sonucu mu aşk insan hayatında bu kadar değerli olmuştur, yoksa aşkın insan hayatında bu kadar değerli olması mı şairleri yazmaya yöneltmiştir. Bu soruların cevabını bilmemekle beraber gelin Freud’un “Aşkın Psikolojisi” kitabını inceleyerek bu konuya ışık tutmaya çalışalım. Freud denince hemen hemen herkesin aklına cinsellik gelir. Çünkü psikoloji ile ilişkili çoğu kavramı cinsellik temelinde açıklamıştır. Aşk kavramı da bunlara dâhildir.  Freud’un yaşadığı dönemde cinsellik, toplumun ahlaki değerlerinden dolayı baskıya maruz kalıyordu. Evlenmeden yaşanan cinsel birliktelikler hoş karşılanmıyor ve ayıplanıyordu. Cinsellikten açıkça söz etmek bile mümkün değildi. Bu durumun getirdiği cinsel eğitim yetersizliği hem erkek hem de kadının yaşantısında zorluklara neden oluyordu. Günümüzde de bu durumun geçerliliğini koruduğunu biliyoruz. Öze...

FETİŞİZM BOZUKLUĞU-HÜSEYİN GÜZEY

  FETİŞİZM BOZUKLUĞU Fetişizm bozukluğu; toplumsal, meslekî veya başka önemli alanlarda işlevselliğin anlamlı rahatsızlığına ve bozukluğuna neden olan düşlemler, cinsel dürtüler ve davranışlar olarak tanımlanır (Ventriglio, Bhat, Torales ve Bhugra, 2018). Bu düşlemler, cinsel dürtüler ve davranışlar kişinin normal yaşantısını sürdürmesinde önemli ölçüde engelleyici etki ve fonksiyonel çarpıklıklara sebep olur. Fetiş kelimesi, genel literatür incelendiğinde iki temel anlama sahiptir. Bu anlamlardan ilki ve asli olanı, kişilerin doğaüstü güçlere sahip olduğunu düşündüğü ve özel bir anlam atfettiği nesnedir. Bu nesneler, genellikle onu kutsal kabul eden kişiler üzerinde yönlendirici ve kısıtlayıcı bir etkiye sahiptir. Fetiş kelimesinin literatüre 1887 yılında Alfred Binet tarafından kazandırılan ikinci anlamı ise bir kişi üzerinde erotik düzeyde çekim oluşturan cansız nesne, genital olmayan vücut uzvu veya belirli bir biçimde düzenlenmiş ortamdır. Nitekim, ilk anlamına paralel olarak ...